Çin mallarının istilasına uğrayan Türkiye, etrafı ateşle çevrilmiş bir akrebin çaresizliği içinde, çoğu sektörde kendi kendini imha plânını yürürlüğe koydu... Çünkü, yaşamak için gerekli şartların yok olduğunu gören, rekabetin acımasız çemberi içinde kapana sıkışmışlığın verdiği ıstırapla, gelecek endişesi, çoğu insanı yaşadığına pişman eder hale geldi... Helalinden evine para götüreceklerin her gün kayıp vermesi, sesi çıkmayan bir toplum olup çıkmamız ve ortalıkta dolaşamamamızın utancı olmaya devam ediyor... *** Mesleğimize dışardan bakıldığında, gerçekten inanılmaz bir cazibe merkezi gibi algılanır... Sokaktaki insan "Aaa bu gazeteci" gibisinden hayretler içinde, bizi hep kıskanan tavırlar takınır... Gazetecilik, meslek ilkelerine bağlı kalındığı sürece, dünyanın en klas, en güzel, en havalı mesleğidir hakikaten... Hele spor gazeteciliği... Türk insanının gazeteleri bile arka sayfalarından okumaya başladığı düşünülürse, televizyon ekranlarında reyting rekorlarının hep futbol müsabakalarında kırıldığı gözlenirse, yaptığımız mesleğin büyüklüğü ve kutsallığı da, öne çıkar her zaman... Toplum içinde, bambaşka bir yeri olan gazetecilerin, sadece imrenilecek bir meslekleri değil, herkesin can attığı bir meslek ağırlığı vardır.. Ama bütün bunlar "bir zamanlar" diye anlatmaya başladığımız geçmişte kalan gazetecilik anlayışının güzelliklerinde kaldı şimdi... *** Türkiye'de spor aşkının fanatikleşmeye başladığı dilimden sonra, spor gazeteciliğinin de ahlakı bozuldu... Gerçek spor yazarlarının, "Türedi kesimin" mesleğe el atmasından sonra pabuçlarının dama atılmaya başlanması, dramatik bir oyunun her gün sahnelenmesine sebep oldu... Kıskançlık duygularımızın köreltilmesinde, sadece bizlerin duyarsızlığı değil, patron kesimlerinin de büyük rolü var mutlaka... "Hamili kart sahibini spor yazarı yapın" diye tepeden, paraşütsüz içimize indirilenlerin hem mesleğimizi elimizden alması, hem ceplerini inanılmaz paralarla doldurması karşısında, elimizin kolumuzun bağlanması, bizim inisiyatifimiz dışında gelişti hep... Avukatı, iş adamı, patronu, sebzecisi, meyvecisi, balıkçısı, daha futbolu ve yöneticiliği dün bırakanı, bir baktık spor yazarı olmuş... Dünyada, hiç bir hızın bu kadar çabukluğa erişemeyeceği bir rekorla hem de... *** İşler öyle bir çirkin hâl aldı ki, dışarıdan bize imrenerek bakan birilerine, kadrolar açmak, köşeler ayarlamak uğruna, gerçek spor yazarları, bir bir infaz edildi çoğu zaman... Hem de hiç acımadan... Hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmadan... Hiç, geçmişte yaptıkları, işler göz önüne alınmadan... Kelleler koparıldı ve sonradan bir çırpıda mesleğimizi seçenlere, altın tabaklar içinde, pişmiş halde sunuldu... İşin en acı yanı, kimse kimseye acımadı... Kimse, kimsenin koruyucusu olmadı... Yanında, örgütlenip yer alamadı... *** Spor sayfalarımızı, tribünlerin en küfürbaz gurubunun liderine bile açtıktan sonra, bırakın gerisini... Statlarda sülâlemize örgütlü bir şekilde küfür ettirenler, bir baktık bizlerin sütunlarından daha geniş toleranslarla, ahkâm kesmeye başlamış... Adı, zamanında şike ve teşvike karışmış yöneticiler, çarşaf çarşaf gazetelerin sayfalarına kurulmuş... Sanki yazılarını kendileri yazıyormuşçasına attıkları havalarla, bize tepeden bakanlar, bu mesleğin yok olması için, şimdi eşini dostunu da çağırıp "Gelin siz de spor yazarı olun" diyerek, bizim meslek kutsallığımıza, bir darbe daha vuruyor... Bunları üzüntü içinde yazarken, çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğini de biliyoruz... Hani "Kendimiz ettik, kendimiz bulduk" anlayışı ile, işin cıvığını çıkaran, spor yazarlığını amigoluk ayakları altında sulandıranlar ve bunları yazanlara da alkış tutanlar, çirkin çorbada tuzu olan bizler değil miyiz ? Şimdi ne kadar kahretsek de, ipin ucu kaçtı bir kere... Geçmiş ola... *** Meslek örgütümüz Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD), mevzuat ve tüzük hükümlerinin yetersizliği nedeni ile ne yazık ki, bu çirkin gelişmelere, yaptırımsız ve üzülerek bakmaktadır... Sadece kınamalar ile yetinmek zorunda bırakılan TSYD, yakın zamanda değişecek tüzüğü ile gelecek nesillere mesleğin korunması açısından biraz daha yardım eder hale gelecektir... Yazarla, yorumcuyu bir an evvel ayırmamızın bir gün bilincine varacağız her halde... Ama o zamana kadar, bizim yapmamız gereken, kendilerine tahsis edilen sütunlarında ortalığı karıştırmak adına "Benim takımım" diye yazısına, söyleyişine başlamaktan sıkılmayan, taraftara şirin gözüküp reyting peşinde koşanlara, bizden biri gibi değil, elin şımarığı gibi bakmamız gerekir... Biz içimizdeki pürüzleri temizlemek adına tavır almadığımız sürece, daha çok "kart hamili" ve "şip şak" spor yazarları, amip gibi türer aramızda... Okuyucunun saygısını kazanmayanlara meydanı boş bırakmaya devam edersek ve onlarla basın tribünlerinde yan yana, spor sayfalarında "köşedaş", televizyon ekranlarında "kayıkçı kavgalarının baş aktörleri" gibi olursak, bu meslek elde avuçta kalanlarla, bir gün ruhuna fatiha okutur... Üstelik o zaman kaldırılacak cenazede de, cemaat bile bulunmaz...