Önce Şansal (Büyüka) başlattı bu yaldızlı apoleti... "Hocam aşağı, hocam yukarı" Sonra spor medyası peşi sıra geldi Şansal'ın arkasından... "Hocam aşağı, hocam yukarı" Ve şimdi de görüyoruz ki, hakem camiasının FIFA kokartlıları da, modaya uydu... "Hocam aşağı, hocam yukarı" İyi güzel de, hocalık bu kadar kolay mı? Mektebinde okumadan, çıraklık, kalfalık, ustalık dönemlerinden geçmeden, bir ilim kitabını öğrencileri ile paylaşmadan, ders zili çaldığında, hiçbir sınıfa girmeden, hocalığı cebine koyan birisi hoca mıdır? Hakemlere saldırmayı doktora yaparak, profesörlüğe giden yol gibi gören Erman Toroğlu, Türkiye'nin, asıp kesen, hakareti spor camiasına kenar süsü yapan, cebini, kasasını doldurduktan sonra bazılarının rahatsızlık duymasına sebep olan yapısı ile yeni sezonla birlikte, yine asıp kesecek... Hem de yanında başka bir "çakma hakem hocası" Ahmet Çakar'la birlikte... Kazançları bol olsun... Gözümüz yok... Amma... Silivri'deki kampta, FIFA kokartlı 5 hakemimizle birlikte poz verip, elindeki tenis sopası ile gözdağı (!) veren Erman'ın yanındaki Bülent Yıldırım, Fırat Aydınus, Hüseyin Göçek, Cüneyt Çakır ve Halis Özkahya'ya şaşırıp kaldık... Yahu düne kadar, sizleri doğrayan, kuşbaşı yapan, düdüğünüze "zurna" bayrağınıza "odun" diyen Erman'la oturup kaynatacaksınız ve "Hocam aşağı, hocam yukarı" diye muhabbet edeceksiniz haa... İşte orada duracaksınız... Sakın ola ki, lig başladığında Erman'ın yorumlarına tepki göstermeyin... Erman, durup dururken kimseyi kaşımaz... Bu güne kadar neler çektiğinizi unutup, Erman'a karşı, tavrınızı koyamıyorsanız, yolunuz açık olsun...Hocanız sizin, siz hocanızın kurbanı olun... İşte cennet! Beşiktaş'a 15 milyon euroya mal olan İtalyan futbolcu Ferrari, bir türlü teknik direktör Schuster'in gözüne giremeyince gönderilmesi gündeme geldi... Şimdi Ferrari'yi alacak bir takımın yolu gözleniyor... Gözleniyor da; İtalyan futbolcunun gitmeye hiç niyeti yok ki... Yılda 2,5 milyon euro para, havuzlu villa, hizmetçilerin yanı sıra, dünyanın en güzel mekanı Boğaz'ın büyüleyici atmosferi, ucuz hayat ve eğlenceyi de göz önüne aldığınızda Ferrari gitmemekte çok haklı... Zaten kendisi de itiraf ediyor: "Bu parayı ve yaşantıyı başka yerde bulamam" Doğru... Bu cennet sadece Türkiye'de var zaten... Ciddi işlere su katma politikası F.Bahçe'de olanlar, öyle yabana atılacak basit işler değil... Mali Kongre sonrası, eski yönetici Hakan Bilal Kutlualp'in ileri sürdüğü "Denetleme raporundaki imza olayı" ve de Başkan Aziz Yıldırım'ın askeri kriptolara sahip olma lüksü, Türkiye'de pek sık rastlanan işler değil... Hele, kuvvet komutanlarının bile, rütbesine, geçmişine bakmadan suçlamalarla ilgili, anında içeri alındığı bir dönemde, F.Bahçe'deki, şüpheli iddialar, öyle kolay kolay, üstü örtülemeyecek ve unutturulamayacak cinsten... Bir taraftan, hem şampiyonluğa oynayacak bir ekip kur; büyük paralara alınan eldeki futbolcuları yok pahasına elden çıkarmaya çalış; yerli bir hocayla büyük risk al; tribünlerin bölünmesine ve isyanına kayıtsız kal; bütün bunlara rağmen de sakin olmaya çalış... Bütün bunlar F.Bahçe'den başka bir takımda olsaydı, o takım şimdi musalla taşına konmuştu bile... Kusuruma bakmayın Bu yazının şu günlerde çıkması belki birilerine ters gelebilir... Birileri "Şimdi zamanı mı" diye de, bize tavır koyabilir... Olsun... 20. Avrupa Atletizm Şampiyonası'nda pistlerde esip gürleyen atletlerimiz (!) için tüm basın övgü dolu başlıklarına tüm hızıyla devam ediyor: "Türk ihtilali" "Gurur şampiyonamız" "Barcelona'da Türk fırtınası" "Pistleri dar ettik" Daha neler neler... Kim ne derse desin 100 metre engelli yarışında "Altın madalya" alan Nevin Yanıt'ı ayrı bir köşeye koyuyoruz... Onunla, kulağındaki ay - yıldızlı küpesi, boynundaki kolyesi ve tırnaklarındaki "kırmızı - beyaz" ojesi ile gurur duyuyor ve bağrımıza basıyoruz... Ama Elvan Abeylegesse ile Alemitu Bekele'nin aldığı madalyalar beni hiç ilgilendirmiyor... Eğer birincilik kürsüsünde İstiklal Marşımızı, tüyleri diken diken olmuş bir şekilde dinleyemiyorsa o atletimiz; o madalyaya sevinmemiz imkansız... İthal sporcularla gelen dereceler, sanal derecelerdir... Seviniriz ama alınan madalyalara da "Bizim" diyemeyiz... Çünkü işin içinde, zamanında onları "vatandaş" yapmak için "paranın gücü" etkili olmuştur... 2008 Pekin Olimpiyatları'nda 66 kilo serbestte "Altın madalya" alan, aslen Dağıstanlı olan Çeçen asıllı güreşçi Ramazan Şahin (Ramazan İbrayhanov) kürsüden indikten sonra, tercüman vasıtası ile beyanat verirse, ben o madalyaya sevinemem arkadaş... İşte bu yüzden Elvan Abeylegesse (Hewan AIbeye) ile Alemitu Bekele'nin madalyalarına da "Bizim" diyemiyorum... Kızın ama kusuruma da bakmayın... Erken taarruz G.Saray'ın UEFA Avrupa Ligi 3. ön eleme turu ilk maçında zayıf Sırp rakibi karşısında 2-2'lik sonuç sonrası, Rijkaard idam sehpasına çıkarıldı... Hatta öyle ki, onu gönderip, yerine Fatih Terim'in bile geleceğini söyleyenler hiç de az değil... OFK Belgrad'a olası bir elenişin faturasını, Hollandalı hocanın kolay kolay ödemesi mümkün gözükmüyor... Hani Çatlak sesleri çıkaranlar haksız da değil hani... Geçen sezon Servet'i o silmedi mi? Bu sezon ne oldu da Servet'i "Cankurtaran" gibi görmeye başladı... Emre Güngör'ü "prens" yapan Rijkaard değil miydi? Ne oldu da G.Antep'e satılmasına en ufak bir itirazı olmadı... Keita'yı "yıldızım barışmadı" diye, Nonda'yı en golcü G.Saraylı iken "istemiyorum" diye G.Saray'dan uçuran o Hollandalı hoca, giyotine gitmek için delil vermedi mi muhalefete... Dos Santos, Jo gibi "fiyasko" transferlere kucak açıp, G.Saray'ı maddi ve manevi yönden zarara uğratan Rijkaard'dan başkası mıydı sanki? Şimdi gözler Belgrad'a çevrildi... Rijkaard oradan "Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime" diye Kemani Serkis Efendi'nin nihavent bestesini mırıldanırsa, bilsin ki; hepimizin gözü sulanır... Çünkü bizde, timsah gözyaşı boldur da...