Mustafa Denizli, Türkiye'de en stresli mesleklerden birini yapmasına rağmen, en geç sinirlenen kişidir... Daha doğrusu, sinirini, yüzüne gülücüklerle monte edip, sözcüklerini tane tane seçen özelliğe sahiptir... En formsuz futbolcusuna sahip çıkarken bile onu takımın en iyisi gibi göstererek, kaybetmemek adına prensiplerinden taviz verir Denizli... Ama o Mustafa Denizli, 10 yılda bir öyle bir laf eder ki, bu zaman zarfında birikmiş ne kadar öfkesi varsa iki kelimeye sığdırır... "İçimizdeki İrlandalılar!.." Ve 10 yıl sonra... "İçimizdeki kargalar!.." *** Türk basını, yıllar önce bir İrlanda maçı öncesi kendisine teşhis koyan Mustafa Denizli'nin "İçimizdeki İrlandalılar" listesine girebilmek için adeta bir yarış içindeydiler... Kimse fazla rahatsız olmamış, üstelik "Ben de İrlandalıyım" diyen dostlarımızın sayısı, bayağı fazlalaşmıştı... Ama bu gün o Denizli çok sevimsiz bir yeni polemik konusunu ortaya attığında, eski İrlandalılar bile ayağa kalktı: "Hoop, dur bakalım orada!" Denizli, hazırlık maçlarında ve ligin 3 haftasında, Beşiktaş'ın ortaya koyduğu futbolu beğenmeyen, gidişatın iyi olmadığını, transferlerin isabetsizliğini vurgulayan basına "kargalar" benzetmesi ile cevap vererek, büyük bir ayıp işledi... *** Kargalar, ailesine en bağlı hayvanlardan biridir... Ama leş yemeleri, onları sevimsiz hayvanlar sınıfına sokar... Mustafa Denizli, kargaların ailevi bağlarının kuvvetli yanını değil, tabii ki leşe konmalarını dile getirerek, erken eleştiri okları fırlatanları "leş kargaları" yakıştırmasıyla sindirmeye çalışırken, söylediğinden mutlaka pişmanlık duyduğunu da tahmin etmek zor değildir... Çünkü Denizli, teknik direktörlük kariyerinde, sadece şansının değil, bilgi ve görgüsünün de verdiği avantajlarla, bugün Türkiye'nin "Top model" futbol hocasıdır... Onun başarılarını, manşetlere taşıyanlara, sayfa boyu fotoğrafları ile gündeme oturtanlara, karga yakıştırması, hayatındaki en büyük ayıplarından biri olarak kalacaktır... Be hocam... Kargadan başka kuş mu bulamadın... Atmaca, şahin kabulümüzdü oysa! İşte halimiz Devşirme sporcularla madalya kazanıyoruz "gururluyuz" diye ayaklanıyoruz da, devşirme yazarlarımızla neden göğsümüz kabarmasın? Elini kolunu sallaya sallaya girilen tek meslek olan "spor yazarlığı" tüm hızıyla işgale devam ediliyor... Çaresiz bakışlar, kıskanç olmayan gerçek meslek erbaplarının koltuklarının, birer birer altından çekilmesi, ivme kazanarak sürüyor... Dün futbolu bırakan sporcu, işiz teknik direktör, eski hakem, bir zamanlar yönetici olup susan ama birden dili açılanların spor yazarı hüviyeti kazanması, en kolay yoldan zengin olan tüccar misali amip gibi çoğalıyor... Kişiliklerine saygımız büyük ve onların bu işte en ufak bir günahı olmadığını da biliyoruz... Bunların isimleri de önemli değil... İçimize gelişleri önemli... Onlara kucak açıp, büyük iş yaptıklarını zannedenlerin tutumları ve spor mesleğine olan saygıları önemli... Kendi kendini yok eden bir mesleğin ayakta kalabilenlerine ne mutlu... Onlar, çaresiz ama asla saygısız değiller... Gurur mu? Bir dakika! Babasının hayrına Türk olmadı o... Parasının hayrına oldu... Ay-yıldızın şekline, kırmızının aşkına uzun uzun atlamadı o... Bir itilmişliğin ve kadirbilmezliğin Güney Afrika'dan yola çıkardığı Karin Mey (arasında bir de Melis var) Berlin'de 6.80'lik atlayışın kazandırdığı bronz madalya ile Türkiye'yi ayağa kaldırdı! Bir devşirmenin madalyası ile gururlandık bir kere daha... 6 ayda Türk yapılan, pembe nüfus kağıdı eline verilen Karin, bizim boynumuza nal kadar bir "Dünya 3.'lüğü madalyası" taktı... Salına salına geziyoruz... Övünüyoruz... Gururluyuz... Okullarımıza spor derslerini daha ilkokuldan koyamayan, nasıl olsa sonunda devşirme Mehmetler, Elvanlar, Ramazanlar, Karinlerle "Madalya aldık" diye taklalar atan bir spor anlayışımızın varlığı, 70 milyonluk bir ülkenin sporcu fakirliğinden değil, hazıra konmayı çok sevme politikasının anlayış farkı altında ezilmektedir... Madalyalarımız hayırlı olsun... Ama o madalyaları içimize sindirebilmek var ya, işte bütün mesele burada...