Oynatmaya bu kadar hiç yaklaşmamıştık. Cinnetin sınırına dayanıp, kafamızın içinde dolaşan kötü düşünceler için frene basmamız, hiç bu kadar zor olmamıştı. Aklı başında insanları delirme noktasına getiren bu şartlarda, normal birer insan gibi yaşam sürdürme başarısını eğer gösterebiliyorsak, bravo bize... Tüm zorlamalara, tüm olumsuzluklara ve kışkırtmalara rağmen, yine ayakta durabiliyorsak, milyon kere bravo bize... Oynatmaya az kaldı. Ama inadımız inat, oynatmayacağız işte... *** İstanbul kavruluyor. Termometrelerin patlama noktasına geldiği 38 derecelik sıcakların tepemize bindiği şu günlerde, sadece bununla uğraşsak iyi... Trafiğin milim milim aktığı, bazen, saatlerce durduğu caddelerdeki çekilen sıkıntılar, boşa yakılan benzinler, cebimizden her gün YTL'leri avuç avuç götürürken, birilerinin plân ve programsızlığı nedeniyle, hâlâ isyan edemez halde olmamız, bir uyuşukluk içinde bulunduğumuzun delilidir. Sakin olabilmek için, şarkı mırıldanmak, arabanın içinde deliler gibi kendi kendimize konuşup, etraftakilerin "fal taşı" gibi açılmış gözlerinin içine işleyen aptallığımız, hep işi bilmeyenlerin üzerimize şırınga ettikleri "eziyet morfininin" vücudumuzda bıraktığı tahribatın sonucudur... Yol kazmanın bu kadar kolay olduğu bir başka dönemin hatırlanmadığı İstanbul'da, insanlara böylesine eziyet çektirenler, zannetmesinler ki; her gün milyonlarca kişiden hayır duası alıyor... *** "Trafiği bir kenara bırakalım" demek, ne kadar zor olsa da, bir de, gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında çıkarılan "sunni kavgaların" bütün gün inanılmaz bir boğuşmadan çıkmış insanlar üzerinde yaptığı etki de, işin cabası artık... Savaş Ay'ın, eskiden gelen alışkanlık birikintisi olan "Kavga etmeyen, birbirine saldırmayan insanlar benim davetime gelmesin" kuralı içindeki programına, doğrusu bazen "katılasımız gelmiyor" desek yalan olur. Hiç olmazsa, delirmenin eşiğinden, belki orada karşımızda gördüğümüz ilk nesneye saldırı plânımız sayesinde rahatlar ve "Ohh bee..." deriz. Ya da, eski bir el arabası bulup, içine dolduracağımız iki kasa domatesi, mahalle aralarında "Züğürt Ağa" gibi usulca değil, sabahın köründe gırtlak yırtarcasına bazen haykırmak geçiyor içimizden... *** Dedik ya... Oynatmaya az kaldı... Spor sayfalarında Aziz Yıldırım'sız bir sütun göremediğimiz için, öfkemiz artıyor da artıyor. Adam, istifa dilekçesini yazmamış, borsaya bildirilmemiş. "Artık hayatımı yaşamak istiyorum" bahanesi ile çekmiş gitmiş yurt dışına... Orada gezip dolaşacağına, transfer dalgasına kaptırmış kendisini... Yurt içinde, arkasından konuşan, koltuğuna göz diken herkesi gözlem altına almış. "Vay namusuzlar... Siz benim gerçekten 100. yılda başkanlığı bırakacak kadar enayi olduğumu mu zannediyorsunuz" diye bilenerek dönmüş ülkeye... Şimdi, durum değerlendirmesi yapıyor kendince! *** Çocukları bile "Geri dön baba" gösterisine âlet ederek, spora da provokasyonu karıştıranlar, bir kişi giderse F.Bahçe bitecekmiş gibi bir karamsarlığı, tüm Türkiye'ye ye aşılarken, başkanlarına en büyük kötülüğü yaptıklarının farkında değiller. Yıldırım bugün dönse, bundan sonra ona kimse "Evim yanıyor, kurtarın" dese inanmaz. Prestijinden ve gücünden kaybedeceği bir gelecek için, Yıldırım'ın çocuk oyuncağına döndürdüğü "Gidiyorum, geliyorum" aldatmacası, onun omuzlarına takılan basit bir "apolet" olur artık... Kaybedilen kupaların, şampiyonlukların hesabını soramayanların "Dön baba, ne olursun" diye bir de gösteriler yapması, Türkiye insanının hiç bir olumsuzluğa tepki gösterememesinin bir ürünüdür. *** Gel de, bu Türkiye'de oynatma arkadaş... Trafiğin çıldırtma noktasına getirdiği, spor yöneticisinin dalga geçtiği, aldatmanın; boynuz takma değil, aşk kaçamağı sayıldığı, 6. defa evlenmenin "müthiş aşk" diye örnek gösterildiği, kapkaçın olmadığı günün bayram ilân edildiği, küfürün, aşağılamanın futbolun gereği bilindiği bir Türkiye'de, oynatmamak büyük şans değil mi ? Daha bir hafta önce "Türkiye'de Beşiktaş'tan başka takımda oynamam" diye ahkâm kesen ama rüyasında bile göremeyeceği milyon dolarları 32 yaşında F.Bahçe'de gören Tümer, bir anda bukalemun gibi kabuk değil, düşünce değiştiriverdi. Daha bir kaç sene önce "Ben tabiattaki bütün canlıları severim. Ama Aziz Yıldırım'ı asla"diyen Ali Şen, bugün "bir numaralı Yıldırım'cı" olup çıkıverdi karşımıza... *** Sanki her şeyi halletmiş gibi şimdi de "Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethederken, gemileri karadan yüzdürmedi" iddiasıyla yeni bir gündem oluşturup, vergisini vermeyen, kazanıp hep üst üste koyanların göz ardı edildiği, doların, euro'nun inanılmaz yükselişi, borsanın tepe taklak gidişi bile unutturulan bu Türkiye'de, oynatmamak büyük şans değil mi? Milli olma kolaylığını "Geleceğin milli takımını kuruyorum" anlayışı ile, basite indirgeyip, leblebi gibi forma dağıtan, Baki Mercimek'i, ilk milli maçında, ay-yıldızlı takıma kaptan yapan Fatih Terim'in, her projesine onay verenlerin olduğu bu Türkiye'de, oynatmamak şans değil mi? Kimsenin "Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün" diyen Mevlana'ya kulak asmadığı bu ülkede, birileri çatlasa da, patlasa da, bizim inadımız inat... Oynatmayacağız işte...