1996 yılında Ali Şen başkanlığındaki F.Bahçe, kendisini son maçta şampiyonluğa taşıyan iki önemli futbolcusunun biletini anında kesmişti... Birisi Oğuz Çetin, diğeri Aykut Kocaman... Trabzonspor'u, evinde deviren golleri atıp, koca bir şehri mateme sokan bu iki Sakaryalı, şampiyonluk sevinçlerini aleni yaşamadıkları, bordo-mavili takımın pisi pisine kaçırdığı bir mutluluğa üzüldükleri için Ali Şen'in bıraktığı giyotinin altına, başlarını uzattılar... Bu o zamana kadar F.Bahçe'de yapılan en anlaşılmaz bir kıyım olmuştu... Aradan 14 yıl geçti... Bu defa Aziz Yıldırım, saha dışı yaşantısı, biz Türklere benzemeyen "başka dünyaların adamı" gibi eğlenmesini, gezinmesini ve yaşamasını, kendisine göre seçen, Kazım'ın defterini dürüverdi... Kazım, belki sinir bir tip... Belki, agresif tavırlarıyla, saha içinde uzaylı gibi dolaşıyor... Ama o Kazım, F.Bahçe'nin en yırtıcı adamı değil miydi, daha düne kadar? Rakibi en fazla hırpalayan, sürati, fiziğini mükemmel kullanışıyla defansların en büyük korkusu değil miydi? Bunlar bir çırpıda kenara itildi ve Kazım, saha dışı yaşantısının kurbanı oldu... Onu, fantezileri ile baş başa bırakamadı F.Bahçe... Basının ağır dolduruşları karşısında sahip çıkamadı futbolcusuna... Tipini, yaşantısını, eğlencesini, arkadaşlarını içine sindiremedi... Ve onun notunu, sahadaki futboluna göre değil "hal ve gidişine" göre verdi... Ama sahada rakip futbolcunun kellesini kesme işareti yapana başını çevirdi... "Gidip de gelmeme" tribine kapılan, can sıkan golcüsüne gösterdiği toleransı, Kazım'a koklatmadı bile... Nazlana nazlana imza atan Uruguaylıya, kalecisine "eyvallah" derken, Kazım'a kapıyı gösterdi... Bir futbolcunun, ahlaklı ve iyi sporcu olması, her zaman kol kola girmiyor işte... Ama bir gerçek var ki; F.Bahçe Kazım'ı sahadaki futboluyla çok arar çok... Sarı-lacivertli yönetim "Denizin dibinde, incilerle, taşlar karışık bulunur... Övülecek şeyler de, kusur ve yanlışların arasında bulunur" diyen Mevlana'yı bir dinleselerdi keşke... Büyük haksızlık! F.Bahçe Türkiye Kupası'nda Eskişehirspor'u deplasmanda 1-0 yendi ya; işte o maç sonrası Samandıra'da her zamanki tören yapıldı yine... Hani "maçın adamı" alkışlarla omuzlara alınıyor ya; işte Eskişehir zaferinin (!) adamı da, antrenör Koch tarafından maç sonraki ilk antrenmanda ilan edildi: "Bütün takım..." İpten dönülen, belki de farklı bir yenilginin kaleci Volkan'ın kurtarışları, Burak Yılmaz'ın beceriksizliği ile atlatıldığı bir maçta, Eskişehirspor kalecisi İvesa'nın "penaltı hediyesi" unutuldu; orta sahayı bile zor geçen "tüm takım" maçın adamı seçildi... Yazık değil mi şimdi İvesa'ya... Hakkı yenmedi mi (!) onun? Kendisini sevdirmeyen çocuk! Tembellik... Gece hayatının şatafatı... Yaşından beklenmeyecek şekilde, saha dışı planları... Hocalarıyla, yıldızını barıştırmaması... Fiziğini, futbol topuna hükmetmek için değil, magazin basınının objektiflerine takılmak için kullanması... Bir gencin, futboldan jet hızıyla uzaklaşmasının ana sebepleri bunlar... Bu genç Batuhan Karadeniz... Hani şu, adı Beşiktaşlı, cismi "boş gezenin boş kalfasına" çıkmış delikanlı... Bir insanın, kendisini bozuk para gibi harcamasının en son örneği Batuhan... 1.97'lik boyu ile herkesin takımda görmek istediği bu futbolcu, sevmediği yemeği, zorla yedirmeye çalışanlara karşı çıkarak, kendisine değil, futbola ihanet ediyor adeta... HHH Yok efendim, Mustafa Denizli'ye "Bu Beşiktaş'tan sen gidersin, ben kalırım" demiş... Yok efendim, birkaç ay önce, aile arasında yapılan törenle evlenmiş... Yok efendim, araba merakı yüzünden, kazandığı paraları çarçur eden "ağustos böceği" misali sahada değil, havalarda gezinmiş... Tüm bunlar, ne yazık ki, futbolu için değil, futboldan uzaklaşmak için yaptığı planlar... Kendisine yazık ettiği yetmiyormuş gibi, Beşiktaş Başkanı Demirören'den, taa futbolcu ağabeylerine kadar herkesi üzen bir yaşantısı ile asla "kendisini sevdirmeyen bir çocuk" gibi, huysuzluğuna devam ediyor... Zannediyor ki; Türk futbolu onsuz olmaz... Beşiktaş kendisinden vazgeçmez... Oğlum Selamet... Sen bu yolda devam et...