Bu meslek gebermiş, ağlayanı yok... Bu meslek sokak çapulcularının eline kalmış, anlayanı yok... Bu meslek saygınlığını, itibarını yitirmiş, kimsede çıt yok... Ne yazık ki, aramıza casus gibi sızan bazı bilmişler yüzünden "Basındanız" demeye utanıyor, basın kartını göstermeye çekiniyoruz... Elden kaçan kuş misali, bu mesleği gaddar avcıların eline bırakmanın üzüntüsü ile kahroluyor, bu işe çanak tutanları da lânetle anıyoruz... Bir "Reyting" masalı var günümüzde... Herkesin arkasına sığındığı, kendisini karaya attığı bir "Reyting" var... Televizyonlarda futbol dışında, o da 4 büyüklerin haricinde haber veremezler... Spor gazetelerinin onca sayfası dururken, Anadolu'yu yok sayarlar... "Neden böyle" diye sorduğunuzda ise "Reyting meselesi" diye kestirip atarlar... Eğer, gerçek spor haberciliği yapsalar, patronları işlerine son verir kaygısıyla, işi dört büyüklerle idare etmeye çalışır bu zavallılar... Voleybol yok... Basketbol yok... Güreş yok... Atletizm yok... Tenis yok... Yüzme yok... Yok... Yok... Ama dedikodu var... Yalan var... Dolan var... Çamur atma var... Karalama var... Var... Var.. Bunun adı zamanımızda gazetecilik, televizyonculuk işte... Şikayeti olan hangi kadıya gidecek ki? Kadı da "Reyting canavarının" pençelerinde... Herhangi bir iş yerinde işe başladığınızda size bir kimlik verirler... Unvanınız burada yazılıdır... Hiç kimse, kendisine layık görülmeyen bir unvanı kullanamaz... Yani çıkıp "Ben müdürüm" yahut "İdare amiriyim" diyemez... Çünkü bu unvanları haketmek için, yılların birikimi ve başarısı gerekir... Gelin görün ki, bizim meslekte böyle bir şart, böyle bir hiyerarşi yoktur... Bir bakarsınız "Gel, Mehmet'in yeğeni, seni spor müdürü yaptım" diyen birisi çıkar... Arkası kuvvetli, eşi dostu hatırlı kişilerle sıkı fıkı olan birisi, bizim meslekte asla aç kalmaz... Aç kalmadığı gibi, bu mesleğin maddi, manevi kaymağını da yer... Birisi futbolu bırakır, doğrudan spor yazarı olur... Birisi iflâs eder, gelir spor yazarı olur... Bir hanımın evde canı sıkılır, gelir spor yazarı olur... "Çüşş" diyen yok ki... "Hele bir dur, boyunu posunu, kabiliyetini ve iş aşkını görelim" diyen yok ki... Spor yazarlığı apoleti takmak için cevher olmaya gerek yok ki... Belli kişilere yağ çek, onların kuyruğundan ayrılma "Haklısınız" diye el oğuştur, sonra da iste, spor yazarlığını veya spor müdürlüğünü... Bir telefon, bir kartvizit adamı bir anda beklediğine kavuşturur bu meslekte... Sonra çıkarlar televizyona, iğrenç, rezil, aşağılık, basit ve amigo ağzıyla ahkâm keserler: "Bizim takım şöyle, sizin takım böyle" diye... Bunlar spor yazarı haa... Bunlar bir b.. değil... Bir taraftarın bile mantıklı düşünebildiği, konuşabildiği ortamda, meslek haysiyetimizi iki paralık etmekten başka, saygınlığımızı ayaklar altına almaktan başka, bunlar hiç bir şey yapamazlar... Eyy sayın okuyucu, sevgili televizyon izleyicisi... Spor yazarı geçinen üç beş çapulcuya bakıp, hepimizi onlar gibi zannetmeyin... Aramızda, bu mesleğin kahrını çeken, gecesini gündüzünü bir birine karıştıran, evindeki çoluk çocuğundan çok, mesai arkadaşlarını gören öyle haysiyetli ve şahsiyetli arkadaşlarımız var ki, inanın onlar da olmasa bu meslek gebermiş demektir... Sakın, hepimizi birer "Reyting" avcısı zannetmeyin... Sakın hepimizi şöhret peşinde koşan, televizyon kameraları önünde coşan, ağzından çıkanı kulağının duymadığı o ortalık karıştırıcılardan zannetmeyin... Her ne kadar mesleğimiz kuşatılsa da, bazılarımız daralan çembere rağmen, bu meslek için kahramanca savaşmaktadır... Bir gün belki, neslimiz yok olacak... Ama hiç kimse, bazılarımız için "Bu mesleğin adamı değildi" diyemeyecek... E-mail: narkan@tg.com.tr