Cehalet... Görmemişlik... Ve de çılgın yaşantı... Bunlar sadece, İstanbul gibi 17 milyona dayanmış bir şehirde, kol kola girer ancak... Bu şehirde, parası olanın da, olmayanın da, kendine göre bir dünyası vardır. Büyüsüne kapılanlar, bir gün mutlaka buhar olur. Çünkü İstanbul, önce kucaklar, sonra yaşatır ve en sonunda da, öğütür insanı... *** İstanbul'a, Anadolu'dan göç, sadece hani o "Taşı toprağı altın" saçma sözcüğünün büyüsünden değil, yaşantısının cazibesi sonucu hızlanmıştır. Anadolu'da dişi sinek (!) bile görmemişlerin, kendilerini birden canlı "ten kokularıyla" buluşturmaları, göçün esas ana sebebidir. "Gel vatandaş gel.... İstanbul'a gel..." çığırtkanlığı ile, köyünü komple bu sihirli şehre çağıranların, buldukları boş arazilere bir gecede çöreklenmeleri ve birden "İstanbullu" olmaları bir Porche hızıyla ivme kazanmıştır günümüze kadar... Elinden hiç bir beceri gelmeyenin bile, dilim karpuz, tüfekle balon vurdurma, elma şekeri, şerbet, mısır, kestane satarak, büyük bir iş adamı edasıyla kendini İstanbullu zannetmesi boşuna değildir... Çünkü bu İstanbul, insanın içinde bir yer etti mi, söküp atamaz kimse... "Tersine göçü hızlandıralım" diye kampanyalar başlatanlar, sadece "hayal tacirliği" yapmaktan öteye gidemeyen bürokratlardır şu günlerde... İstanbul'a geleni bir daha kovamazsınız... Burası artık, Fatih Sultan Mehmet'in Bizans'ın kucağından kurtardığı o tabiat harikası büyülü şehir değil, burası artık; kuraklığın, paranın, yaşantının yanında, sefaletin ve tüm kötülüklerin de "cirit attığı" bir İstanbul'dur... *** Roberto Carlos'u Türkiye'ye ve F.Bahçe'ye kazandıran bir kulüp, ne kadar övünse azdır tabii... Çünkü o da artık, bizim soluduğumuz havayı ciğerlerine çekecektir. Bizim gibi, o da sabah sütçünün sesiyle uyanıp, gece, karanlığın derin sessizliğinde "güm güm" patlayan kutlama ayaklarındaki, silah sesleriyle yatağından fırlayacaktır. Carlos da, hiç alışık olmadığı trafik keşmekeşinde, 155 bin euroluk Audi'sinin direksiyonunda, elinde 99'luk tespihi "ya sabır" diye çekecektir bundan böyle... Önünü kesen tinercilerin, imza almak için bir taraflarını yırtan futbol sevgililerinin, bu sevda uğruna birbirleriyle kavgalarına şahit olacaktır. Carlos, hiç yabancılık çekmeden, bizden birisi oluverecektir yakında... Yakında mı? O, bizden biri oldu bile... Dün bir, bugün iki... Futbol, sadece saha içinde oynanmaz ki İstanbul'da... O da, oyunu kuralına göre oynamak zorunda değil mi? O da bizden biri değil mi? *** Taraftarından saklanan ve nihayet Shakhtar Donetsk karşısında sarı-lacivertli forma ile izlediğimiz Brezilyalı, o gün sadece, adıyla sahada oynasa da, biz onu bir "star" olarak alkışladık yine de... Biliyorduk ki; onun adı bile yeterdi... Gol atmasa da, pas vermese de, Roberto Carlos'tu o... Türkiye'ye gelme şartları ne kadar ağır olursa olsun, onun ülkemizi ve F.Bahçe'yi tercih etmesi bizim için gurur verici (!) bir apolettir aslında... Eeee, yaşantısında türlü evlilikler, çeşitli zamparalıklar yapmış ve bunları hep gündeme oturtmuş birisi, İstanbul gibi sihirli, büyülü şehirde bu huylarından vaz mı geçecekti sanki? Daha ilk gece iki maç... Önce Shakhtar Donetsk, sonra Reina... Yâni önce görev, sonra da eğlence... Burası İstanbul değil mi? Burası, Anadolu'dan gelen toy futbol delikanlılarının bir bir harcandığı şehir değil mi? Burası, paraların öğütülmesi için, çılgın eğlence merkezlerinin bulunduğu 17 milyonluk kozmopolit dünya değil mi? *** Para onun, beden onun... Eyvallah... Ama daha ilk maç ve gecesinde Reina... Roberto Carlos, her ne kadar adını duysa da, Reina'nın yerini bilmez. Villasından çıktığı anda kaybolacağı bir şehirde, onu İstanbul gecelerinin sihriyle karşılaştıranlar, bir gün, bu âleme alışmış bir Carlos'u bize sunarlarsa, işte o zaman taraftarın ilgi odağı (!) olacaklardır muhakkak... Carlos'u elinden tutup Reina'ya götüren belki Tümer, belki Volkan, belki Uğur, belki Kemal, Önder, Kezman'dı... Belki, elinde sigarası, foto muhabirlerine poz veren Appiah... Belki de takımın meneceri... Berabere kalınmış, üstelik, rakibin çembere aldığı bir futbol gecesinde kimseler memnun edilememiş olsa da, eğlenceyi anında düşünmek, bu işe çanak tutmak, profesyonellik anlayışının, bizim anlayışımızla çakıştığı bir durumdur. Çünkü o Reina gecelerinin tadını alanlar, futboldan çok "Ahh gece olsa da kendimi Boğaz'ın kıyısında, sigara, içki ve eğlence üçlüsünün çemberinde bulsam" diye düşünmüşlerdir hep... *** İnsan üzülüyor... Bizler daha Carlos'u "Bulduk" diye sevinirken, onu, İstanbul gecelerinin tiryakilik yapacağı "Prangalı" sahnelerin ortasına atarak, erken kaybettik gibi... Altına 155 bin euroluk araba hediye et; bir eli yağda, bir eli balda yaşat; daha Avusturya'daki kampta, Beverly Hills'te striptiz gösterileriyle moral ver, sonra da, Carlos'a "Kurtar bizi, baba" diye yalvar! Durun, yavaş ve gerçekçi olun. "Cicim ayları" çabuk biter. Bu İstanbul, bu F.Bahçe, çok Carloslar gördü bu güne kadar. Dileriz, Carlos; o gecelere "büyük lokma" gelir...