Ligde ve kupada 10 gün boşa kürek çeken F.Bahçe teknesi, delik deşik evine döndü... Sevenleri buruk, sevenleri kırık, sevenleri isyanda... O büyük aşk, nefret ve sinir krizleri geçiren bir sevgilinin yüreğinde karamsarlık içinde kor gibi oturuyor... Dokunsanız alev alacak... Konuşsanız göz yaşına boğulacak... Fenerli olmak, gururun yanında cefayı da arkadaş edinmek adeta... F.Bahçe'nin son Ankaragücü maçını, bir kahvehanede seyrettik... Yaklaşık 80 kişi, biri dev ekran, diğer ikisi de küçük olmak üzere televizyonların karşısına kuruldu... O gece, bazen yüzümüz kızardı, bazen "Doğru söylüyorlar", bazen de "İşte gerçek F.Bahçe'lilik" diye yorumladığımız bir 90 dakikada aklımızda kalan anıları sizlerle de paylaşmak istedik... Karşılaşmanın başında herkes umutlu, herkes endişesiz ve üç puanı cepte görüyordu... Çünkü F.Bahçe, Ankaragücü önünde yine seyircisinin coşkusunu bulmuş, oyun anlayışı bakımından da, bu zamana kadar deplasmanlarda ortaya koyduğu en mükemmel havayı yakalamıştı... Haklılardı da... Eeee, bu Fener galip gelmeyecek de, kabuğuna çekilmiş, bu silik Ankaragücü mü günü kârlı kapatacaktı yani? Etrafımıza baktığımızda, kahveler, nescafeler, çaylar, hatta sandviçler, kolalar söylenmiş, keyif içinde mideye indiriliyordu... Ta ki 45. dakikaya kadar... Cafer'in golü, o uysal, munis, efendi F.Bahçe taraftarını bir anda rüyadan uyandırdı... Eyvah, bu maç da mı gidiyordu acaba? İkinci devre başladığında herkesin siniri tepesine çıkmıştı... Her kafadan bir ses, her ağızdan bir aşağılayacı söz çıkmaya başladı... Gelin beraber dinleyelim: "Ulan Yusuf... Kedi gibisin mübarek... Ne mıymıntı adamsın ya..." "Sen düztaban olmasan Trabzon 10 sene şampiyon olurdu Abdullah efendi... Etrafında fırıl fırıl dönmekten başka ne yaparsın sen?" "Ahh Ogün ahh... Attığın paslara bak... Aaaa... Kaçırdığın gole bak, ayıp sana ayıp, yuh olsun..." "Yaa Rüştü, sakatsan oynama be... Ulan içi geçmiş Cafer'den şu golü yiyorsun... Ne işin var altı pasın üstünde... Adamı böyle yakalarsa, Cafer gibi kör avcı bile vurur işte..." Karşılaşmanın sonlarına doğru iyice zıvanadan çıkan F.Bahçeli taraftar, bu defa kola kutularını televizyona değil, yerlere fırlatmaya başladı... Kahvehane sahibinin "Beyler burası Kadıköy değil" uyarısı bile fayda etmedi... Seyredenler çıldırmıştı adeta... Bu arada Mustafa Denizli de seyircilerden nasibini alıyordu yeterince... "Bu adam hoca değil be... Andersson kenarda oturuyor... Kafayı taktığı Baliç kenarda, manevi evladı Ali Güneş'le, esas işi artık zamparalık olan Uche oyunda... Hadi ordan be..." "Bu Rapaiç'e, bu Revivo'ya Mustafa Denizli'den başkası asla tahammül edemez" "Hanım evladı beylere bakın... Ancak serbest atışlarda sahne alıyorlar... Sanki her attıkları gol oluyor..." "Bu takımda generalden geçilmiyor ki... Bi tane savaşanı yok... Hepsi rütbeli sahtekâr bunların... Fenerbahçe'yi düşünüyorlarsa namerdim... Onların aklı yeşil sahada değil, yeşil dolarda... " "Bu gece de kurdeşen döktük... Bunlar şerefsiz, bunlar asla F.Bahçeli değil, yarın gene alay konusu olacağız... Ulan bu kahveye de bi daha gelmeyeceğim... Uğursuz yer..." İşte F.Bahçe'nin kahır gecesinden aklımızda kalanlar... Görülen o ki, bu taraftar istim üzerinde... Bu taraftarın sabrı taşmak üzere... Bu taraftar, bağrına basacağı, yüreği F.Bahçe için çarpan futbolcu özlemi içinde... Bu taraftar, şampiyonluğa susamış... Bu taraftar, bir milât istiyor... Yıllarca unutmayacağı, hep hatırlayacağı bir milât...