Kılavuzsuz gemi

A -
A +

Dünyada 77 ülkede, 291 ofisi bulunan reklam ajansı TBWA'nın Türkiye Kreatif Direktörü İlkay Gürpınar "Müşterilerimize her zaman, kimsenin bağırmadığı zamanlarda, avazı çıktığı kadar bağırmalarını tavsiye ediyoruz" diyor ve ilâve ediyor: "Sonuçta, reklam veren, bağıran şirketler bu yolla, aradan kolayca sıyrılabiliyor... Kısa vadede, büyük getiriler elde edebiliyor." Tabii bunlar reklamcılığın "püf" noktaları... Onların özellikleri, her insan gibi değil, her insanın düşünemediği gibi düşünmek... *** Spor camiamızın, bir reklamcı edasıyla düşünen yöneticilerini gördükten sonra, onların ayrıcalıklarını bir defa daha anlıyoruz... Onlar pek sevilmiyorlar... Onlar hep farklı düşünceler içinde bocalıyor... Onlar, sanki beyaza siyah, siyaha beyaz diyen bir anlayışın temsilcileri... Onlar sonuçları herkesten erken kestiren, işleme koyan, vakit kaybetmeyi hiç istemeyen bir yapıya sahipler... Ve onlar, farklı olmanın, uç düşüncelerden geçtiğine olan inançlarını, her zaman koruyan bir vücut diline sahip kişiler... Bu yüzdendir ki; manşetlerden hiç inmezler... Hep ağızlarına bakar medya... Bakışlarından mana çıkarmaya çalışır... *** F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım, reklam yapmayı pek sevmeyenlere, iyi bir örnek... Daha Avrupa Şampiyonası Finalleri başlamadan, İspanya Milli Takım Teknik Direktörü Aragones'le sessiz sedasız masaya oturup, gelecek için plânlar yaptı... Kaç kulüp başkanı 70 yaşındaki bir hocaya el uzatıp, ondan medet umardı o zamanlar... Yıldırım'ın, İspanya'nın, belki de "nal toplayacağı" bir turnuva öncesi, belki de "idam sehpasına" erken çıkarılacak yaşlı hocası için, bu kadar ilerisi için umutlu düşünceler içinde olup, anlaşma zemini hazırlaması, alkışlanacak bir davranış ve kararlılık değil midir? Üstelik o "dede" yakıştırmasının erken yapıştırıldığı Aragones'e "Maddi yönden aklına bir problem gelmesin... Sen Türkiye'de, en yüksek ücreti alacaksın" primini vermek, her babayiğidin harcı mıdır? *** Şimdi antrenmanlarda, en genç futbolcu ile birlikte depara kalkan, onlar kadar eğilip bükülen Aragones için, kimse "yaşlı" veya "milat öncesi hocası" gibi saçma yakıştırmaları yapamıyor... Bir gün; pusuda bekleyen avcı gibi, en basit bir tökezlemede kalemlerini ok gibi yönetime ve Aragones'e saplamaya çalışacakların, şu günlerde, yılın en doğru ama en pahalı transferlerini yapanları alkışlamaktan başka çareleri yoktur... Üstelik bağıra bağıra yapılması gereken bu büyük reklamların, sessizlik tünelinde hayata geçirilmesini, hiç göz ardı etmemek lâzım... Güiza'nın forma satışları, kombine biletlerin inanılmaz artışları, kale arkalarının bile 66 bin liradan satışa sunulması, futbolun, reklamcılık açısından bakıldığında, hedefi yakalaması anlamına gelmelidir... *** Tabii, bir de elindeki yetki ve mührü, kötü anlamda kullananların, futbol reklamcılığına vurduğu kötü damgaları da unutmamak lazım... Kırkpınar cazgırları gibi, yaptıkları basit işleri abartanlar da, futbol aleminin bir parçası... Ama onlar, Aziz Yıldırım gibi, hava atmaktan kaçınmayarak, hatta abartılı polemiklerle gündeme oturma sevdaları nedeniyle, ortalıkta yalancı pehlivan gibi dolaşmaktadır... Örneğin, Beşiktaş'ta kaptanlar olayı ile ön plana çıkan menajer Sinan Engin'in, kural tanımaz beyanatları ve davranışlarından rahatsız olup, onu yönetim kurulunda eleştiriye açan bazı yöneticilerin, yine aynı adam tarafından haddini aşacak şekilde paylanmaları, hiç de hoş değil aslında... "Sinan Engin'in tavırlarını beğenmiyoruz... Kendi kafasına göre takılıyor" gibisinden eleştirileri, Başkan Yıldırım Demirören'e iletmeleri, menajeri öylesine rahatsız etmiş ki; söylediği sözlere bakınız: "Beni beğenmeyen yöneticiler gazete sayfalarının arkasına sığınmasınlar... Karınlarından da konuşmasınlar..." "Meydan okuma" diye buna denir işte... Başkanına güvenip, yöneticilerine bağıra bağıra, adeta tokat vurur gibi verilen bu sözlerin, yenilir, yutulur tarafı, var mıdır? *** Ya Fahri Tatan olayı? "Beni bir mal gibi sattılar!" Beşiktaş'ın Avusturya kampının en çalışkan ismi Fahri Tatan'ın, yönetime sitemi böyleydi... Çocuğa "Seni kiralamak veya satmak istiyoruz... Şu takımlar da seni istiyor... Ne dersin?" deme zahmetinde bulunmadan, onu yuvadan kovanların, utanacaklarına, seslerini yükseltmeleri, yazımızın başında da belirttiğimiz gibi "Bir reklamcılık raconu mu" acaba? Menajer Sinan Erdem, bu olayda da ortaya çıkıp "Sattık onu, gidecek" gibisinden kesin hükmünü, bağıra bağıra kendi adına ortaya koyarken, yeni bir tavır değil, aksine, standart tavrını sergilemiştir... Bağırmakla, sindirmekle, kafasına göre plânlarını uygulamakla, menajerlik yapıldığını, bu Türkiye ilk defa görmektedir... Zaten bazı yöneticilerin Sinan Engin'den şikayetçi olmaları ve gönderilmesini talep etmeleri bu yüzdendir... *** Tabii ki reklamın iyisi kötüsü olmaz... Bağırmadan yapılanı da var, ortalığı velveleye verip yapılanı da... Ama reklamın bir iyi getirisi, bir de kötü götürüsü mevcut... F.Bahçe'deki gelişmeler, ileriye dönük bir sürü artıları beraberinde sürüklerken, Beşiktaş'taki diktatörlük benzeri davranışlar, sezon öncesi taraftarların da erken sabrını taşıran olayları da beraberinde sürüklemiştir... "At sahibine göre kişner" diye boşu boşuna söylememişler... Yarın ligler başladığında, bir takım 55 bin kişi ile alkışlanırken, diğer takım 30 bin kişi ile başkanına o eskiden de söylediği sözleri tekrar edecektir: "Sinan'ı da al git başkan!.." Çünkü o tribünler, inadına işler uğruna, sindirilmeye çalışılan bir topluluk değildir... Ve "Çarşı'yı yok ettim" diye, hava basanların, kılavuz istemeyen bir gemi misali, bir gün o çarşı denizinde, kaybolmaya demir alacakları, gün gibi aşikardır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.