Yaydan çıkan ok ve ağızdan çıkan söz geri gelmez" derler ya... Günümüzde, ok da çıkıyor yaydan, söz de çıkıyor ağızdan... Geri gelip gelmemesi kimsenin umurunda değil... Hani bir de "Sözünün eri" olmak diye bir yakıştırmamız var ya... İşte bu nedenle, delikanlı raconu kesenler, asla geri adım atmamak ve etrafa şirin gözükmek adına, kendilerini hep birer "halk kahramanı" olarak görmeye devam ediyor... Geçtiğimiz gün Okan Üniversitesi öğrencileri bir seçim yaptı... Yılın onur, hakemi, spor adamı; sporcusu, takımı, spor duayeni gibi dallarda ödül verdi... Ama ödül törenindeki bir tablo, Türk sporunda zirvedeki isimlerin birbirlerine nasıl saygı (!) gösterdiklerinin de bir üzüntü man zarasını çıkardı karşımıza... UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik ve F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım, birbirlerinin yüzüne bakmamak için, aralarına adeta barikat kurdular... Selamlaşmadılar bile... Bu husumet, taa şike döneminde Erzik'in F.Bahçe için olumsuz görüşlerini basınla paylaşmasından kaynaklanıyordu... Birisi UEFA'da çok önemli bir yeri olan duayen isim; diğeri Türk futbolunun lokomotifi F.Bahçe'nin Başkanı... İş bununla kalsa iyi... Aziz Yıldırım kürsüye çıkıp bir de "Korkaklar her gün, cesurlar bir gün ölür" demez mi? Bir spor ödül töreni ve bu törende korkaklardan, cesurlardan ve ölmekten bahsediliyor... İkisi de F.Bahçeli, ikisi de takımlarının kötülüğünü istemiyor... Tıpkı Mehmet Ali Aydınlar'ın federasyon başkanıyken, sarı-lacivertli takımı korumak adına, büyük bir kesimi karşısına alması nasıl anlaşılmamış ve başka anlamlara çekilmişse, Erzik'in Türk sporu ve F.Bahçe için yaptıkları da çöpe atılmıştır bir anda... Bizim önce, kendi içimizdeki, korkak ve cesur ayrımını değil, kimlerin dostlukların altına dinamit koyduğunu ayırt etmemiz gerekir... Hatta, kendi içimizdeki saçma çekişmelerin, 2020 Olimpiyatlar'ına aday olduğumuz şu dönemde, dışarıya "kavgacı, korkak, cesur" tanımlamalarıyla yansımasını önlemek asli görevimiz olmalı... Yoksa "Ağlarsa anamız ağlar, gerisi yalan ağlar!" >> Herkes imparator olamaz! G.Saray'ın Orduspor'la oynadığı karşılaşmada hakem Serkan Çınar tarafından tribüne gönderilen Fatih Terim bildiğiniz gibi 3 maç ceza aldı... Terim, PFDK'ya (Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu) verdiği savunmada, tribünden taktik vermediğini, gol sevincini paylaşmak isteyen futbolcularının kendisine doğru koştuklarını ve hatta "sevinmese miydik" gibisinden ifadelerle cezayı hak etmediğini belirtti... Oysa fotoğrafa dikkatlice bakınız... Terim'in elinde kalem ve dosya, Hasan Şaş'a gerekenlerin yapılması talimatını veriyor... Bunun adı resmen taktiktir... Ve resmen suç... Bugüne kadar birçok teknik direktör tribüne gönderildi... Terim için de bu ne ilk, ne de son... Ama o kişi taraftarınca "İmparator" ilan edilmişse, PFDK'ya verdiği ifadede şu sözcükler yer almalıydı aslında: "Ben İmparatorum... Kulübede de, tribünde de, telefonda da emir veririm." İşte o zaman, tüm imparatorluk halkı "Yaşa" diye bağırırdı en azından... Şimdi ise o halk, sadece tebessüm ediyor... >> O kulüp, şimdi karakol Kınalıada'da bir spor kulübü var... Daha doğrusu vardı... Düne kadar yeri yurdu belliydi ama artık yurtsuz onlar... Çünkü, 20 yıl önce gençlere kazandırılan 3 katlı Kınalıada Spor Kulübü, bugün artık spor kulübü değil, karakol... Milli Emlâk arsası üzerindeki bu kulüp, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne tahsis yazısı gönderilerek Kınalıada Spor Kulübü'nden alındı... Olabilir... Kulüplerimiz kadar, karakollarımız da bize lazım... Ama koskoca Kınalıada'da, tek göz dikilen yer, spor kulübü mü olmalıydı?