Her güzellik gibi, bir şölen daha geride kaldı... Heyecan, maç, koşuşturma, sevinç, üzüntü ve de gurur... Bir bütünlüğün maddesel olarak kaybolduğu ama zihinlerde iz bıraktığı bir şampiyonanın ardından, geride kalan çok şeyin olması, yeni organizasyonların iple çekilmesini de beraberinde getirdi... *** İsviçre ve Avusturya, Avrupa'nın göbeğinde, tabiat zenginlikleri ve inanılmaz prensipleri ve kuralları ile bir numarayı paylaşan ama futbol yönünden, rakiplerin "kolay lokması" olmaktan öteye gidemeyen iki ülke... 2008 Avrupa Finalleri'ni yüzlerine gözlerine bulaştırmadan, belli ölçüler içinde hayırlısı ile bitirdiler... Aslında, onların akıllarında tek bir şey vardı... Kurala uygunluk... Eğer, stada giden iki yoldan, en kestirmesi değil, en emniyetlisi hangisi ise, tercih mutlaka ikincisi oldu hep... Gösterişten uzak, sadece kural kitapçığının tüm maddelerini harfiyen uygulamak adına yaptıkları, nezaket dolu ifadelerle süsledikleri çalışkanlıkları, onların zaten, en büyük yıldızı hak eden gösterileriydi... *** İsviçreliler futbol hastası değil... Onlar futbolu, sadece bir spor olarak gören, güzeli alkışlayıp, kötü olaylarda sadece "Oooo" diye şaşkınlıklarını dile getiren bir garip vatandaşlar topluluğu... Türkiye maçı öncesi İsviçre'nin sansasyon gazetesi Bilck'in, ortalığı karıştırmak adına "İstanbul'u unutmadık" veya Fatih Terim'i döner yapıp "Akşam mönüsünde kebap var" gibi kışkırtmalarına hiç aldırmayan bir topluluk onlar... Hatta bazıları soruyordu: "İstanbul'da ne olmuştu?" Hani, Emre Bölezoğlu'nun tekmesi, sahada kovalanıp yakalanan futbolcular, soyunma odasında kırılan kapılar, patlatılan hayalar, hiçbirinden haberleri yoktu onların... Futbol dışı olayları bırakınız, futbolla dahi fazla ilgileri olmayan İsviçrelilerin, böylesine büyük bir şampiyonada fiyasko sayılacak hiçbir olaya meydan vermemeleri, alkışlanacak bir meziyetti bize göre... *** Futbol heyecanına uzak yapıları ile Avrupa'nın en önemli final maçlarını yüzlerinin akıyla tamamlayan iki ülkeyi gördükten sonra, aklımıza bir soru yapıştı hemen: "Biz daha iyisini yapabilir miyiz?" Ya da, en azından "İsviçre ve Avusturya kadar becerebilir miyiz?" gibisinden endişeler sıralandı karşımıza... Statlar açısından en ufak bir sorunumuz olmaz öncelikle... Ama o statlara giriş çıkıştaki kontrolleri lâyıkıyla yapar mıyız, işte orası şüpheli... Çünkü tanıdık bir kapı görevlisi, tüm maçlarda "avantadan" seyirci dostlarını elinden tutar sokar içeri... Bu kaçınılmazdır bir defa... Karaborsacıların stat çevrelerinde cirit atmalarını da önleyemeyiz yüzde yüz... HHH Esas sorun ise ulaşım... Zaten bugüne kadar, talip olduğumuz tüm büyük organizasyonların, elimizden kaçmasına neden olan da, bu ulaşım değil midir? Vatandaşına rahat nefes aldırmadan, devamlı kazılan, devamlı kaldırım değiştirilen, devamlı elektrik, su, telefon, doğal gaz için bir defa değil, sürekli köstebek yuvası gibi oyulan yolların başkenti İstanbul, büyük organizasyonların şehri olma vasfını maalesef elinde tutmuyor ki... Tutamaz da... Eğer, o spora düşkünlüklerini eleştirdiğimiz ama bilhassa ulaşım konusunda "saniyelik tolerans" tanımayan İsviçrelilerin, o müthiş anlayışını, biraz kapamadıktan sonra, bize kimse "buyurun siz de yapın" demez... Adamlar, tren olsun, otobüs olsun, her durakta geliş ve kalkış saatlerini belirtiyor... Örneğin; Cenevre- Basel treninin istasyona geliş saati 10.03... İnanır mısınız?... Bir saniye gecikmiyor o tren, hem de her seferde, her durakta aynı ciddiyet... Ya iş yerlerindeki prensip? Sabah 08.30 açılış, akşam 17.00 kapanış... Uymayan tek Allah'ın kulu yok bu ülkede... *** Fanatiklerin, fırsatçıların, işi sarkıntılıklara kadar götüren tinercilerin, şu görünen şablonunda, Türkiye'nin, dünyanın gözünün üzerinde olacağı bir büyük organizasyona ev sahipliği yapması için, çok mesafe kat etmesi gerekir... Çünkü bu gibi işlerde, mühim olan, ihaleyi almak değil, o ihaleyi, en seri, en güvenilir şekilde tam zamanında yapmak önemlidir... Politik çekişmelerin, kısır söz savaşlarının "yan bakmaların" cinayet sebebi olduğu, halkın magazin dünyasının saçma görüntüleri ile eğlence bulduklarını zannettikleri, trafiğin "haroşa örgü" gibi birbirine girdiği, KDV'ye ÖTV bindirmesi yapılarak ekonominin yürütüldüğü bu güzel ülkemizde, bizim biraz daha sessiz kalmamız ve bazı büyük işlere burnumuzu sokmamamız daha doğru olur gibi geliyor insana...