Onu, spor kamuoyunun büyük bir çoğunluğu, hep asık surat, kızgın, öfkeli, kibirli, astığı astık, kestiği kestik, her işe karışan, hiçbir şeyi beğenmeyen biri olarak tanır... "Madem ki, ben bu kulübün başkanıyım, o halde her işe karışırım"diyecek kadar, yaptıklarının doğruluğuna inanan birisidir o... Gazeteciyi fırçalayan o, takımı şampiyon yapmış hocaları, kendi kriterine göre kovan o... Guruplarla iş başına gelmişken, onları bir çırpıda silen o... Daha düne kadar binlerce bilet verdiği amigoları, şimdi stada sokmayan o... En yakınındaki dostlarını bile, bir anlık öfke ile kaybeden o... *** Bütün bu tariflerin odaklandığı kişi, tabii ki F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım... Hani şu, sarı-lacivertli kulübü, tesise boğan Aziz Yıldırım... Onun bir diğer yüzünü bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu kesin... Kaç kişi bilir, her sabah güvercinlerine takla attırdığını? Kaç kişi bilir, kangalları ile sarmaş dolaş pozunu? Kaç kişi bilir, merhamet ve yardımseverliğinin, inanılmaz boyutlarda olduğunu? Kaç kişi bilir, bir spor yazarı arkadaşımızı bile taa Amerika'ya tedaviye gönderişini, Acıbadem Hastanesi'ndeki tüm sağlık hizmetlerini emrine seferber ettiğini? Aziz Yıldırım, işte böylesine "iki portre-iki kimliğe"sahip kişidir... *** Şimdi, ortaya sermesi gereken, en önemli bir hesaplaşma var onun önünde... Aziz Yıldırım, günahları ve sevaplarını bir terazi kefesine ayrı ayrı koymak zorundadır. 10 yıldaki 100 milyon euroluk eski ve Aragones, Güiza, Josico, Emre, Kazım, Burak gibi son transfer yanlışlıklarına akıttığı milyon euroların hesabını itiraf etmelidir. Daha düne kadar, amigolara verdiği ama sonradan kestiği biletlerden beklentisini dile getirmelidir. Mustafa Denizli ve Zico gibi hocaları kovmasının hatasını anlatmalıdır. Tuncay'ı, Aurelio'yu, Anelka'yı, bir hiç uğruna harcadığını haykırmalıdır. Basına tavrını yumuşatmamasını, tek taraflı yayın anlayışının yanlışlığını, haber alma kaynaklarını kurutmasının sebebini dökmelidir ortaya. Bütün bunları itiraf ettiğinde, göreceksiniz; Aziz Yıldırım,günahları ile değil, sevapları ile alkışlanacak ve anılacak bir başkan olarak zihinlerde kalacaktır... Laila'sızlık, başarı getirir mi? Anadolu'nun futbolumuza bakış açısı bir başkadır. Onlar, renk kattıkları ligimizdeki sıralamayı, sahadaki oyuna göre değil, saha dışı faktörlerin büyüklüğü ve küçüklüğüne göre değerlendirir. Bir zamanlar Trabzonspor'un ortalığı kasıp kavurduğu, İstanbul'un elinden şampiyonluğu senelerce aldığı dönemlerde, takım kadrosundaki doğma büyüme Trabzonluların varlığı, başarıdaki en büyük kenetlenme olmuştu... Karadeniz insanın aile yapısı, gözünün "çöplükte" olmaması, İstanbul deplasmanlarında bile "maç-otel-uçak"dışında rotaları olmayan, şampiyonluğu Anadolu'ya taşıyan o insanları, şimdi herkes minnetle anıyor. *** Anadolu'nun başarısı, lider Sivasspor'un teknik direktörü Bülent Uyguntarafından bu minval üzere değerlendirildi geçen hafta... Uygun, İzmir 9 Eylül Üniversitesi'nde katıldığı panelde yaptığı konuşmada, "İstanbul'da Laila, Sivas'ta ise La ilahe... var"diye bir tartışma konusu ortaya attı. Trabzonspor benzeri bu başarıda işin "Laila" kısmını psikologlara havale edelim ama... Bülent Uygun şunu da eklemeliydi: "Tabii futbolcularım da sahada aslanlar gibi oynuyor."