"Yüz verince astar istemek" yakışıksız ama başlangıcı belli olmayan bir süreçten gelen yakıştırmadır. "Yüz göz olma" ile eşdeğeri taşısa da, tek taraflı bir değerlendirme sonucu, işin sulandırıldığını ve sadece kendine göre değerlendirilmesini anlatır... Kimlere yüz verilir? En yakınımızdan başlarsak, çocuklarımıza... Onlar işin farkına vardıklarında, bizi çocuk yerine koyup, adeta parmağında oynatırlar... Ve bir de, diğer sevdiklerimize verilir yüz... Dostlarımıza, arkadaşlarımıza, yakınımıza sokulanlara... Onun için "yüz verirken" her zaman "astarı" da düşünmek zorundayız... *** Son zamanlarda bir "salaklar" furyası aldı başını gidiyor... "Salak gazeteciler" diye boylarını aşan sözlerin sahipleri, ne yazık ki, bizim hep "baş tacı" ettiklerimiz... Gazete sütunlarına haklarında "destan" gibi yazılar süslediğimiz... Boy boy resimlerini koyduğumuz... İsmi cismi belli değilken, kendilerine basamak olduğumuz... Çoğu zaman, bize olan muhtaçlıklarını, bir "el uzatma" gibi algılayıp, yardım ve destek verdiklerimiz... Önlerinde bazen saygı ile eğildiğimiz... Bazen sözcüklerimizden "büyük" kelimesini, adlarının hep önüne koyduklarımız... Yâni, değer verdiklerimiz... İşte biz bunların "salaklık" mermilerinin hedefi oluyoruz işin en acı tarafı... *** Türk sporuna 2009 UEFA finalinin oynanacağı bir stat hediye eden F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın, yıllardır gazetecilere karşı olan "katı" tutumu, bazen en ileri derecelere ulaşmıştır. Kravatsız resmini çektiği için foto muhabirini yerin dibine batıran... Gülerken, yemek yerken veya Laila'dan çıkarken patlayan flaşlar karşısında "Gününüzü gösteririm" gibi ifadelerle hiddetini her zaman belirten... Saracoğlu Stadı'nda görev yapmak isteyen gazetecilere her müsamahayı, duvar gibi ören... Ve bazen de doğru bir haberi, göz göre göre yalanlayan (örneğin Daum'un F.Bahçe'ye geleceğini haberini "İsmi kokain olayına bulaşmış birini, büyük F.Bahçe'nin teknik direktörlüğü için haber yapmanız, sizin ayıbınızdır" diye tekzip ettikten sonra Daum'la anlaştığı gibi) hep Aziz Yıldırım'dı... Onun gazetecilerle olan mesafeli diyaloğunu, hakaret ve azarlamayla karışık sürdürmesi, son günlerde hafiflese de, zaman içindekileri unutmak, mümkün değildir. *** Bir oyla, F.Bahçe başkanlığına seçildikten sonra, arkasında müthiş bir medya desteği bulan Yıldırım'ın bizleri üzmesine içerlerken, bu defa basın mensuplarına "salaklar" yakıştırması yapanlar çıktı karşımıza... "Beni ancak Tanrı yargılayabilir" dövmesini koluna kazıtan Tümer, futbol yaşının ileri seviyelere gelmesi, askerlik sorunları yüzünden üstüne fazla gelinmesi nedeni ile basınla arasına "kara kedi" giren son yıldızlardan birisi... Oysa o, yıllar önce Samsunspor'dan "İlhan'ın bonusu" olarak Beşiktaş'a gelirken, tanınmayan, bilinmeyen birisi olduğunu ne çabuk da unutuverdi... Tümer'i Tümer yapan, 90 dakikalar ve sezon içindeki "yarım yamalak" futbolu değil, işi fazla abartan medyadır. Ona "yüz veren" bu medya, o "astar" istemeden, onu da metrelerce kendisine hediye eden medyadır. İstanbul gecelerindeki görülmemesi gereken fotoğrafları ve haberleri bile bile atlayan da bu medyadır. Ama o, gün gelmiş "Dalga geçiyorum, anlamıyor salaklar" diyerek, bu medyanın "hoş görüsünün" içine eden adam olmuştur. Yine de, yolu açık olsun... *** Bazı çirkinlikleri "sineye" çekerken acaba yanlış mı yaptık... Sesimiz çıkmadığı için mi, Tümer'in bizlere "salak" yakıştırmasının peşinden, hakim karşısına "fuhuş" davası için "eşortmanla" çıkıp "bu kadınları nereden tanıyorsun" sorusuna "maçlardan" diye dalga geçer gibi cevap veren Hasan Şaş'ın bardağı taşıran son sözünde de dalgaya mı düştük? "Sana bir kafa atarım", "Salaklar" gibi kabadayı ve aşağılayıcı sözlerin sahibi, neden kendisini Hasan Şaş yapan medyanın kıymetini bilmez ona saygı duymaz. Nankörlük eder... Bütün bunlar, bizim hoş görümüzün eseridir. Hep yüz verdiklerimizin, astar isteme alışkanlıkları sonucu düştüğümüz durumdur. "Salaklığımızı... şarlatanlığımızı" yüzümüze vuranlara, son defa "Susun ve oturun... Bir daha sakın ağzınızı açmayın" diyoruz... Her zaman "Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil" sözünün arkasındayız. Ama buna rağmen, bizlere yine aynı yakıştırmalar devam ederse, sabrımızı taşıranlar "kötü alışkanlıklarını" sürdürürlerse, işte o zaman, onların "adamlıklarını" oturur, sapına kadar tartışırız.