Ermenistan'a giderken Başbakan özellikle tembih etmişti: "Karizmayı çizdirmeyelim" Gittik, yendik, çizdirmedik... Kazandığımız sadece bir üç puanlık maç değildi orada... Kazandığımız, prestij, gurur ve zaferdi... Aradan geçen üç gün sonunda bu defa karşımızda Avrupa'nın göbeğinde ama futbol adına fakir bir ülke olan Belçika vardı... Yani işimiz kolaydı... *** Başbakan da tribündeydi... Karizmanın çizilmesinden yana, hem onda, hem bizlerde asla bir endişe yoktu... Ama maç saati yaklaştıkça, karşılaşmanın havasının yerinde olmadığını gördük... Böylesine bir maçta, Saracoğlu tribünleri boştu... Eee olacağı buydu çünkü... Sponsorlardan maddi destek uğruna, manevi desteksiz kalmıştı takımımız... Hiç yakışmadı o görüntü... Yine de endişelerimiz yersizdi... Fatih Terim'in Çağlar sürprizli, Kazım destekli kadrosu nasıl olsa bu işin üstünden gelecekti... *** Ama o da ne? Sahada o bildiğimiz koşan ayaklar, duran ayaklara dönmüştü... Emre eli belinde bir "Lord" edasında, Semih sevgilisini durakta boşuna bekleyen bir aşık gibi gariban, Kazım kafasına göre takılan bir külhan gibiydi... İlk yarı futbol adına tek olumlu sinyaller veremeyen milliler, ayıplanacak halde, bir avuç seyirciye mahcup olurcasına tuhaftı... Ne olmuştu bu takıma? Belçika Teknik Direktörünün "Beraberlik bizim için en iyi sonuç" tuzağına düşmüştü sanki... Havası kaçmış, ciddiyetin yerini, kaytarıcılık almıştı... Ve 32. dakikada Sonck'un kafa vuruşuyla da, ağlarımız havalanmıştı üstelik... Bugün işimiz zordu gerçekten... *** İkinci yarı başlarken, ilk yarıdaki kötü futbolun faturası önce Kazım'a çıktı... Mehmet Topuz sahadaydı... Ufak bir silkinme görüldü ay-yıldızlılarda... Ama kim çevirecekti oyunu? Kötü hakemin yönetimi ve avantaj ihlalleri de işin cabasıydı... Semih topla yine buluşamıyor... Halil, çakılı santrfor gibi son adam olup kaybolmuştu... İmdadımıza 75. dakikada penaltı yetişmese "Karizmayı" çizdirmiş, gitmiştik... Sahanın yürüyen adamı Emre, topu doğru köşeye gönderdiğinde halimize şükrettik... Kötü günün kârı da, ancak bu kadar olurdu...