Burası Türkiye... Burada insanlara, çırakken, ustalık diploması verilir... Her yıl 1 milyon 800 bin gencin üniversite hayalleri, 2 saatlik imtihan maratonunda karartılır... Sadece 100 bin kişi, istediği için değil, şansın kendilerini yönlendirdiği fakülte kapılarında geleceğini arar... Burası Türkiye... Burada iktidarlar bir günde yıkılır; bir günde oyların rengi, umut aranan partilere aktarılır... Yaşam, yılların geneline değil; yaşam bir günün saatleri arasına serpiştirilir... Ersun Yanal, yıldızı erken parlayan ve bunun sonucunda da, komuta mevkiinde kendisini erken bulan bir "Futbol neferidir..." Anadolu'nun "Futbol heyecanını" yüreklerinde coşkuyla hisseden insanlarını, gelecek için umutlandıran bir kafa yapısındaki Yanal, pişmeden futbol sofrasına konulan en nadide "ana yemek" olmuştur Türkiye'de... Onun suçu, dolar demetlerini erken cebinde bulması, futbola "Bilgisayar tekniğini" getirmeyi prensip edinmesi ve de kendisine yöneltilen oklardan korunmak için, "Zırh giymek" yerine göğsünü siper etmesiydi... Ama unuttuğu bir şey vardı... Burası Türkiye'ydi... Ve burada yeşermeye başlayan fidan, ya "keçiler" tarafından kemirilir, ya da, inşaat sektörünün "yeşil katliamcısı" bazı müteahhitler tarafından sökülürdü... Milli Takım'ın başına bir "oldu bitti" çabukluğuyla getirilen ve geldiği günden beri parasıyla, davranışlarıyla spor camiasına "itici" olan Yanal, sudan sebeplerle, bugün, "sâbık" bir teknik direktördür artık... Çünkü başında "Demoklesin kılıcı" gibi duran Fatih Terim ve Mustafa Denizli isimlerinin "kümülüs örtüsü" ona, "gün yüzü" göstermemiştir. Hele bir de, "sistem paraziti" diye nitelendirip, bir çarpıda dışladığı Hakan Şükür'ün gölgesi de üzerine düşünce, Ersun Yanal'ın Milli Takım'da ömür sürmesi, pamuk ipliğine bağlı bir gelecek endişesine dönüşmüştü... Ve sonunda Dünya Şampiyonası finallerine gitme umudumuz henüz tükenmemişken "dere geçilirken at değiştirilmez" prensibini, kendine göre yorumlayanların çarkı, Yanal'ı pestile çevirmiştir. Şimdi Yanal, bir anda, patronluktan bizim gibi "sıradan bir futbolsever" statüsüne getirilip seyirci yapılmıştır... Bütün bunlar, yıllara değil bir CD'ye sığdırılmış kısa ömrün anılarıdır şimdi... Türkiye'ye, belki de bir daha yaşanmayacak UEFA Kupası coşkusunu ve şerefini tattıran Fatih Terim'in, şu anda Milli Takım için kollarını sıvamasına kimsenin itirazı olamaz. Ama o Fatih Terim, Ersun Yanal'dan önce akla gelecekken, bugün Yanal'ın kovulması ile yeniden "baş tacı" edilmişse, burada biraz durmak gerekir... Çünkü Terim, çaresizliğin değil, ilklerin en baştaki adamı olarak hatırlanmalı ve "boşa geçti" denilen Yanal döneminden önce "milli göreve" davet edilmeliydi... O zaman alınacak verimle, final şansı için 3 maç kalmışken alınacak verim arasında, dağlar kadar fark vardır... Gözü Avrupa liglerindeki hocalıktan başka bir şey görmeyen, kendini bu yüzden bir yıl "nadasa" çeken Terim, önüne uzatılan şartlara "15 saniyede evet" derken, bu karar baskıların değil, "boşta kalma" korkusunun endişesi ile verilmiş olarak algılanacaktır hep... "Cicim ayları" her zaman "rüzgâr gibi" geçer Türkiye'de... Aşkların nefrete dönüşme bolluğunun en çok yaşandığı ülkemizde, Terim gibi "kralların" ömrünü, dileriz, gündemden sıkılan 3-5 kişi belirlemesin artık... Bir Terim bulmak için, bir ömür sabreden Türkiye'de, Ersun Yanal gibi genç hocaların hayallerini söndürenler, şimdi susmalı ve sabretmeyi öğrenmelidir... Gençliğe hizmet ve imkan veremeyen, emekliyi komik maaşlar için banka önlerinde sürdüren, "zengine dayalı" düzeni değiştiremeyen bir toplumun artık, sabra ve istikrara boyun eğmesi gerekir. İleride "boşa geçen yıllara" yanmamak için şimdiden günün kıymetini milletçe bilmek zorundayız...