Gözleri yuvasından fırlamış, ağzından tükürükler saçarcasına çocuğunu azarlayan büyükleri görünce bile, sinirimiz tepemize çıkar... Gücünün yettiğine değil, yaşının küçüklüğüne kabadayılık yapan büyükler, her ne kadar haklı olsalar da, sevimsiz tavırlarıyla, toplum içinde muteber kişiler değildir... Toplumdan, bir de, saha içlerine dönelim... Kendisine yapılan bir faul sonrası, düdük çalınsa dahi, hakemin üzerine yürüyüp, yuvalarından çıkmış gözleriyle şimşekler çakan futbolcularımızı, her hafta ekran karşısında yakın plan çekimlerde çok daha iyi (!) tanıyoruz... Emre'den,Kewell'a; Alex'ten Ayhan'a uzanan lider futbolcu isyanlarında, ne yazık ki hakemlerimiz ürkek birer çocuk gibi başlarını başka tarafa çevirip, sanki isyan kendilerine değilmiş tablosunu ortaya koyuyor... Şimdi buradan bir kere daha sesleniyoruz... Kartlarını, kuralların emrettiği şekilde çıkaramayan... Adamına göre düdük çalıp, faul veren... Kendilerini küçük düşüren, yıldız futbolculara toleranslı davranan... Saha içinde atılan golü bile süzemeyip, başkasına yazan... Bu yüzden, kararlarına gölge düşüren hakem istemiyoruz... Darılmaca, gücenmece yok... Lig kimsenin uşağı ve oyuncağı değil... Markus Merk Erman Toroğlu'nu beğenmedik, uçurduk... Ahmet Çakar'ı, alaycı ve küçük düşürücü ifadeler kullanmasıyla, hakemleri küstürdüğü, hedef gösterdiği için "tu-kaka" ettik... Ama hep, yarım su dolu bardağın, sadece boş tarafını görüp, onların doğrularını gündeme getirmedik hiç... Şimdi karşımızda ünlü Alman hakem Markus Merk var... Reha Muhtar'ın "Yabancı damat" yakıştırmasını yaptığı Markus Merk... Adam sanki hakemlikten değil, şerbetçilikten emekli olmuş... Etliye, sütlüye karışmayan bir yaklaşımla, sahalarımızda yanlış düdük çalan, yanlı kararlar veren hakemlerin cesaret timsali olmasını sağlıyor bu eski hakem... Onun yorumlarını "Bak Markus bile beni haklı çıkardı" diyerek delil gösteren hakemlerimiz de, her hafta inanılmaz hatalarına rağmen, kendilerini birincilik kürsüsünde görüyor... Bu Markus Merk'le MHK'nin işi kolay da, ya takımlarımızın işi? Filozofik laflar Arda'yı, sadece futboluyla değil, şu günlerde saha dışı yaşantısı ile de gündemde tutuyoruz... Sakatlanmasıyla, yokluğu bir kez daha önem kazanan Arda, boş zamanlarını tedavi dışında, sosyal yaşantı alanlarında da harcıyor... Alışveriş merkezleri, açılışlar, magazincilerin malzeme bulduğu mekanlar, hep Arda'nın alanına giriyor... Geçenlerde konuştukları gerçekten 23 yaşının verdiği olgunluk ve bir filozof edasının ürünü... "Arda'yı kötü göstermek, insanların işine geliyor..." (Neden işine geliyor?) "Arda gibi futbolcum olsaydı, onu çok severdim..." (Kendine aşık adam) "İngiltere'yi istiyorum ama Türk pasaportu, dezavantajım..." (İkinci bir vatandaşlık gerekiyor ona) "G.Saray'ın tepesinde görev hedefliyorum... Şu an gencim, başkanımız için korkacak bir durum yok!" Rijkaard ve Servet Milli takımın değişmez adamı olmasına rağmen, kendisini bir türlü hocası Rijkaard'a beğendiremeyen bir adam Servet... Hadi diyelim ki, Servet, bugüne kadar, sadece kesicilik görevi ile gündemde kalmış... Defanstan akıllı paslar uzatamıyor Neill gibi... Ama bu gün, Servet'in alternatifi yok ki G.Saray'da... Geçen sezon Emre Güngör'e şans verdi Rijkaard... Bu sene ise, onu gözünü kırpmadan G.Antep'e gönderdi... Bu tutarsızlığın bir göstergesiydi sanki... İkinci tutarsızlık ise, madem Servet'ten memnun değilsin ey Rijkaard; neden onun yerine iyi bir stoper aldırmadın? Gökhan Zan, Ali Turan, Hakan Balta ile "stoper yaması" ne kadar tutacaktı ki? Hollandalı hoca, dua etsin milli araya... Yoksa sakat Neill'ın yokluğunda, 8. hafta da, yok olurdu G.Saray'da... Buna da şükür! Kenan Sofuoğlu, Dünya "Supersport" Şampiyonası 2010 sezonu genel klasmanını zirvede tamamlayarak, Türkiye'ye haklı bir gurur kazandırdı... Milli motosikletçi kürsüye, başında "Osmanlı kavuğu" ile çıktı... Herkeste bir tuhaf bakış ve ürperti... Yine de dua etsin onu ürpererek alkışlayanlar... Ya Sofuoğlu "Kılıç-kalkan ekibi" kıyafeti ile çıksaydı... Dedektif başkan! F.Bahçe'nin 2006 yılında şampiyonluğu, son maçta kaçırdığı Denizli karşılaşmasındaki "16 dakika" yeniden gündemde... Eski defterleri karıştırıp, başkanlık yaşantısında kendisine büyük darbe indiren, üzen, prestijini sarsan ve başkanı olduğu kulübün şampiyonluğunu engelleyen Denizli maçındaki o uzatma dakikaları Aziz Yıldırım'ın "tez konusu" oldu sanki... Eğer işin içinde başka pislikler varsa, bilmekte yarar var tabii... Amma... Başkana bu araştırmaya başlamadan önce sormak lazım: "Sayın Yıldırım... 90 dakika içinde aradığı golü bulamayan takımınız için, karşılaşmaya eklenen 16 dakikanın ne gibi bir mahsuru var... O 16 dakika küme düşen takımların belli olduğu andan itibaren işlemişken ve Denizli'nin ligde kaldığı kesinleşmişken, o sürenin, neden şikâyet konusu olduğunu bir anlayabilsek... 90 dakikada aradığı golü bulamayan F.Bahçe için, ek 16 dakikanın ne zararı olmuştur?" Ahh bu soruların cevabını bir alabilsek başkandan; bir alabilsek... (Yakında Başbakanlıkta da gözünün olduğunu söylerse, hiç şaşmayın)