Menfaat kürsüsü!

A -
A +

"İnsanları harekete geçirmek için, iki manivela vardır... Menfaat ve korku" Böyle düşünmüş Napolyon Bonaparte... Ve bir de "Menfaatler ön plana geldi mi, öteki ihtiraslara susmak düşer" demiş bir başka düşünür Ugo Fascolo... Birisini sevmediğinizi anlayanların, size açık kapı bıraktıkları ve o kapıdan içeri menfaatleri çağırdıkları hep olağandır... Yeter ki, siz bir şey isteyin... Talep edin... Karşılığı alınmak kaydıyla, talebiniz yerine getirilir anında... Ya da, siz öyle zannedersiniz... *** Sevgililer gününde, birileri mutluluktan uçarken, bir diğer kişiler de, kendilerini mutsuz eden insanlara kin ve nefretle bakacaktır... Haluk Ulusoy; zamanın Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in, tüm çalışmalarına rağmen, koltuğunda kalmış ama siyasilerin de bir yere not ettikleri nefreti kazanmıştı... Artık o koltuk, dikenliydi... İnsana rahatsızlık ve huzursuzluk veriyordu... Koltuk, koltuk kılığından çıkartılmıştı... Ama işte o sevda yok mu, o sevda... Hani, hizmet etmek adına, yapışılan, büyüsüne ve de, uğruna yanlış yapılan koltuk var ya... Ulusoy'un, yemekle bitiremeyeceği servetini bile bir kenarda bıraktıracak kadar sevdalanılan o koltuk, sonunda nasıl da çekildi altından... Tüm dirençlerinin bir bir yok edildiği insan, şimdi istemeye istemeye, kendine göre bir ihanetin toplu katliamına uğramış gibi çaresiz ve yalnız... Ulusoy dönemi, her dönemin kapandığı gibi kapanıverdi artık... *** Siyasi gücün karşısında dimdik durmaya çalışan adamı, aslında o siyasi güç direkt olarak alaşağı etmedi... Birileri kullanıldı... Hem de aklı başında birileri... Futbol sevdalılarının milyonlarcasının peşinden koştuğu kulüpleri idare edenlerin gazabına uğradı Ulusoy... Dost bildiklerinin "Brütüsvari" hançerlemeleri sonunda, can verdi o sevdada... İşin içine karıştırılan menfaatler, ne yazık ki, yöneticilerin de kafasını karıştırmıştı... Yayın ihalesinin eninde sonunda delineceği ve bundan kulüplerin daha fazla menfaatleneceği haberi, kar suyu gibi kaçtı birilerinin kulağına... Paranın gözü kör olsun... Ulusoy, havuzun delinmemesi için, her parmağını, birilerinin patlattığı o havuzun deliklerini kapatmak için yetiştiremez hale geldi... Arkasına baktığında, kimseleri bulamamanın acı yalnızlığı ile hayalleri yıkıldı... Geçmişe uzanan bakışlarında, bir zamanlar bu ülkeyi yönetmiş Menderes'in, darağacındaki acı sonu geçti gözlerinin önünden... *** Çok önceden plânlanan ve bu yıl yüzde 35 olması gereken verginin, yüzde 15 de kalması, kulüplerin futbolcu transferlerindeki büyük ferahlaması anlamına geliyordu... Bunun için, hükümetin kapısını defalarca aşındıranlar, 20 puanlık avantajın bedelini de bir yerde ödeyeceklerdi tabii ki... Hiç bir siyasi, karşılığını alamayacağı bir piyangoyu boşuna vermez kimseye... "Alın size yüzde 20'lik indirim... Amma..." Evet aması vardı bu işin... "3 defa teşebbüs edip, koltuğunu altından çekemediğimiz adamı, yok edin bakalım" Ve Kulüpler Birliği, tek fire vermeden Ulusoy'a "İstemezük" bayrağını açarken, Patrona Halil isyanının bir benzerini sergiliyordu sanki... "Sporumuza siyaset karışmasın" diye çaba sarf edenler, özerklik konusunda inanılmaz mücadele verenler, şimdi rahatsızdı... Vergi indirimi, yayın ihalesinin yenilenme sinyali, kulüplerin yeni isimleri, yeni federasyona sokma girişimi, Türkiye'de bir dönemi yaka paça yere indirip, yerine "Günün şartlarına göre" bir yönetimin gelmesini sağlamıştır... *** Kendi taraftarının salondaki bir bayan voleybol karşılaşmasındaki küfürleri karşısında isyan eden ve "Defolun gidin" diye onları polise teslim eden, yılın spor adamlığına tek aday F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın; eskiden beraber yürürken, şimdi gördüğünde yolunu değiştiren (Müfit Erkasap'ın babasının cenazesinde olduğu gibi) Özhan Canaydın'ın ve "akraba" diye bildiği Yıldırım Demirören'in öncülüğünde, gelişen bu olaylar, Türkiye'de alışık olduğumuz "Seçimlerin zamanında yapılması" konusunun, bir defa daha delinmesiydi sanki... Kimse yöneticilik ömrünün, çeşitli ayak oyunları ile bitmesini istemez... Ama işin içine bazı menfaatler girdiği anda, bu virüs hızla yayılır ve birileri bundan mutlaka zarar görür... Şimdi artık olan oldu... Siyaset, her ne kadar "sporun yönetiminden uzağım" dese de, görüntü, hiç de öyle değil... Hasan Doğan, kişilik ve yöneticilik konusundaki deneyimini, gönül ister ki, yanına almak zorunda kalacağı, bir zamanlar Haluk Ulusoy'un en sadık adamlarıyken, birden onun can düşmanı olan isimlere, dileriz "yöneticilik apoleti" takmaz... Çünkü onlar, Türk sporunun geleceğini değil, hırslarının ve menfaatlerinin esiri olmuş isimlerdir... Dün Ulusoy'a yaptıklarını, yarın Hasan Doğan'a yapmayacakları garantisini kim verebilir? Ünlü Romalı devlet adamı Cicero'nun dediği gibi "Çıkar düşüncesi dostluğu doğurmaz; dostluğun arkasından gelir" Zaten, tüm endişemiz de, bu gibilerinin gündemden düşmemesidir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.