Ne için çalışıyoruz ? Gecemiz, gündümüz neden birbirine karıştı? Sabahları horoz sesi ile neden yataktan fırlıyoruz? Neden neşemizi örten mutsuzluğa isyan etmiyoruz? Neden sevgimizi, sevdiğimize belli edemiyoruz? Bütün bu soruların tek cevabı var... Hayat şartları... Gelecekteki nesillere, mutlu olacakları bir yaşam sunmak için bütün bu çabalar... Son günlerde eskilerden hep aynı hikayeyi dinliyoruz: "Biz eskiden İnönü Stadı'na Fenerli'si, G.Saraylı'sı, Beşiktaşlı'sı kolkola koşar, aynı bilet kuyruğuna girer, tribünde yanyana otururduk..." "Biz eskiden maç bitimi aynı yoldan, yine kolkola evimize dönerdik" İnsan bunları dinlerken, sanki uyduruk bir hikayenin içinde buluyor kendini şimdi... Neden? Çünkü, günümüzde maça gitmeyi, savaşa gitmekle eşdeğere döndüren zihniyetler sayesinde... Spor seyretme zevkimizin köküne, Saddam'ın kimyasal imhâ silahlarından patlatanlar yüzünden karamsarız... Kendi menfaatleri için, çekinmeden her türlü kötülüğü tribünlere taşıtan, ve sonunda da parayla tuttukları "Lejyoner amigoların" esiri olan yöneticiler, bu günlerin tek ve en sorumlu kişileridir... "En büyük başkan, bizim başkan" diye bir taraflarını yırtanların sesleri, o maç için aldıkları bedava bilet, para ve diğer avantalarla eş değerlidir... Bir pula satıldı ne yazık ki sporumuz... "Üç kuruşluk menfaat için, bin takla atanlar" mutlu musunuz efendim? Bu ülkede, gazeteci dövmek, kurşunlatmak, evine, malına zarar vermek adet haline gelmişse, eyvah ki ne eyvah... Kimse, devekuşu misali, başını kuma gömmesin... Bu tetikçiler de, suça teşvik edenler de ülkemizde bellidir... Paranın her kapıyı açtığını ilke edinmiş azmettiriciler, ne yazık ki gartları düşeceğine, daha da kuvvetleniyor, başımıza bela olmaya devam ediyor... Tribünlerdeki eli taşlı, sopalı, kan dökmeye meraklı insanların sayısı her geçen gün çoğalıyor... Artık, kanın akmadığı, kaşların, dudakların patlamadığı tribünler kalmadı... Adam gibi maç seyretmek için evden çıkıp, geriye sapasağlam dönmeler tarihe karıştı... Futbolun üstü resmen, kin, düşmanlık ve intikam tohumları ile örtüldü... Ezeli dostluklar silinip, ebedi düşmanlıklar kök saldı... Zaten Bekir Coşkun bu yüzden "Futbol spor değildir" diye yırtınmıyor mu? Nefretin, kanın, kavganın, mafyanın, kara paranın iç içe yaşadığı futbol, nasıl spor olsun ki? Peki neden böyle? Ağzından çıkanı, kulağı duymayan yöneticiler sayesinde... Bunlara çanak tutan, eyyamcı kalemler, kışkırtıcı yorumcular desteğinde... Sizler de mutlu musunuz efendim? Takımın maçını deplasmanda izleyemeyen seyircilerin, giderek futboldan soğuması artık önlenemez hale gelmiştir... İleride daha vahim durumlar, dileriz bugünleri aratmaz... Böyle gelmiş, böyle mi gitmeli? Hayır... Asla hayır... Artık başkanların, önce yöneticilerine sus emrini vermesi gerekiyor... Daha sonra da kendileri susacaklar... Besleme tribün tayfalarının rızklarını, herşeyi göze alıp kesecekler... Rakip takımın futbolcusuna, taraftarına saygıyı öğrenecekler.. İnat uğruna transfer politikalarından vazgeçecekler... Haftanın belirli günlerinde, rakip yöneticilerle sohbet toplantıları yapıp, etrafa iyi mesajlar saçacaklar... Tribünlere aile havası getirmek için, pankartlara sansür, sataşmalara yasak getirecekler... Yapsınlar bunları, gelecek nesiller nefes alsın... Sevgi aşılayıp, saygıyı öğretsinler... Sakın haa "Eşeğe bindik de, sallanması mı kaldı" gibi alaycı tavırlar içinde olmasın kimse... Unutmayalım ki; yarının yatırımı, bugünün başlangıcındadır...