Tarihde iz bırakmak ve asırlar boyu unutulmayacak işlere imza atmak, her babayiğidin harcı değildir... Ya zaferler kazanacaksınız, ya devrim yapacaksınız, ya da insanlık adına keşiflerde bulunacaksınız... Bunları yapmazsanız; tarih sayfalarının satırlarında, virgül dahi olamazsınız... Ancak ve ancak "Böyle gelmiş, böyle gider" anlayışlarını değiştirenler ve bu söze hiç rağbet etmeyenler, hep imrenilerek, hayranlık duyularak ve nesilden nesile dua edilerek anılır... *** Fransa tarihine baktığımızda, sayılamayacak kadar krala rastlarız... Cumhurbaşkanına rastlarız... Ve bir tek de imparator görürüz... O imparator, yaşantısında iki defa yenilen, sürgünlerde sürünen ve sonunda yine sürgünde ölen Napolyon Bonaparte'dır... Fırtınalarla dolu bir yaşamdaki hazin sona rağmen, Napolyon, sadece savaşmayı değil, gelecek için insanlığa hizmeti de prensip edinmişti... Meselâ, Akdeniz ile Kızıldeniz'i birleştirmek fikri, ilk onundu... Mühendislerinin, iki deniz arasındaki 9 metrelik su seviye farkının, böyle bir düşüncenin gerçekleşmesinde en büyük engel olduğu söylenmesine rağmen Napolyon, olumsuzluğu, olumluluğa çevirmek için, tüm insiyatifini ve gücünü kullandı... 1798 de atılan bu fikir, 2 milyon 400 bin işçi çalıştırılarak ve 125 bin kişi kayıp verilerek 1869 yılında açıldığında Napolyon, Atlantik Okyanusundaki St. Helena Adası'nda hayata gözlerini yumalı 48 yıl olmuştu... *** Rüyalar işte bazen böyle gerçek olur... F.Bahçe Başkanlığı döneminde, G.Saray'ın şampiyonluğunu "en fazla gören adam" olan Aziz Yıldırım, tüm bu eleştirilere, 9 teknik direktörü öğütmesine rağmen, bugün dimdik ayakta kalarak ve havasını atarak cevap vermesini bildi... Hem de uzun yıllar karşısına kimselerin rakip olarak çıkamayacağı bir rütbe edinerek, adeta başkanlığı avuçlarına alarak, bir "başkan tekelliği" kurdu... Neden ? Çünkü, sportif başarısızlığı, önce tesis, sonra da yıldız futbolcuları alarak, futbol arenasındaki güzelliğe taşıyan Yıldırım, yıkılmazlığını da, kanıtlamıştır artık... Bugün F.Bahçe, belki de hiç bir Türk takımına çok uzun yıllar nasip olmayacak bir stada sahip olmanın gururuyla, şampiyonluklara ambargo koymuştur... Çünkü o stat hayali uğruna, adı "teknik direktör değirmeni" veya "G.Saray'ın şampiyonluğunu en fazla alkışlayan başkana" çıkmış birisinin, şimdi heykelinin nereye dikileceği konuşuluyorsa, bu Yıldırım'ın, günümüzde Napolyon Bonaparte gibi düşünmesinin eseridir... *** Başarılar ve zaferler çok kolay kazanılan mutluluklar değildir... Bunun için mangal gibi bir yüreğiniz, siniri alınmış biftek gibi düşünce tarzınız, göğsünüzü her türlü sivri uçlara siper edecek kadar cesaretiniz olmalıdır... Ve o başarıya koşarken, etrafınızda devireceğiniz nadide vazoları, kıracağınız kalpleri, dostlukları da kaybetmenin üzüntüsünü ve cesaretini hâttâ, ukalâlığını göstermek zorundasınız... Kıskanılacak bir adam olmak için, bazen yerinde, bazen de çirkinliklerle bezenmiş şekilde etrafa korku saçmanız, sizin her zaman elinizde olmayan seyir gösterebilir... İşte Aziz Yıldırım, belki Napolyon Bonaparte gibi iki defa devrilip, iki defa sürgüne gönderilmedi ama onun kadar savaşçı bir ruha ve gelecek için yatırımlara dönük düşünceler içinde oldu hep... Eğer bu Yıldırım, İngiltere ve Prusya'ya yenilen Napolyon'un ihtiras yanlışlıklarına kapılmazsa, kırmayı ve küstürmeyi defterinden silerse, basına karşı acımasız değil, sancısız yaklaşırsa, hem kendisi kazanır, hem de daha uzun yıllar başında kalacağı F.Bahçe... Ama Yıldırım'ın "Sevginin bir suç olmadığını" kavramasında yarar var... Çünkü; sevgiyi, hayatınızdan kovup, yerine parayı koyamazsınız...