Laptopun tuşlarına basmak öyle zor geldi ki dün gece... Ankara'nın soğuğundan değil... Futbol adına en utanılacak bir maçın, bizim kucağımıza düşmesinden bu isyanımız... Hani "âdet yerini bulsun" cinsinden bir karşılaşmada insan bir tane güzel enstantane bulamaz mı? O top, bu kadar futbolcu bolluğunda, birisinin ayağına yakışmaz mı hiç? "Vay be ne pastı", ya da "Kanattan bu kadar mı güzel orta yapılır" diye yazmak bize nasip olmadığı gibi, bir de "hücre cezası" çekercesine, 90 dakikayı pür dikkat izlemek zorunda kaldık... *** Günahımız neydi bizim? Hani, belki standart bir ifade tarzı, ya da kalıplaşmış bir sözcük ama Beşiktaş'ta Guti ve Quaresma yoksa, kimse evinden dışarı çıkıp statlara koşmasın... Çünkü görecekleri bir şey olamaz... Haa derlerse ki "Biz Hilbert'i, Ekrem'i, Üzülmez'i, Toraman'ı seyredeceğiz" buyurun o zaman Beşiktaş'ı izlemeye... Tutmayalım sizi... Kuru zeytin, kuru ekmeğe talim edercesine doyurursunuz karnınızı hepsi o kadar... *** Daha karşılaşmanın başında bulduğu golle öne geçen A.Gücü'ne değil de, o golü attığına şaşırdığımız Serdar Özkan'ın vuruşuna takıldık kaldık... O Serdar ki, Beşiktaş'ta oynadığı günlerde, bir kere olsun böyle bir dokunuşa imza atmamıştı... G.Saray macerası da zaten fiyaskoydu... İşte düşünün siz... Böylesine amaçsız, seyircisiz bir maçta Serdar Özkan da gol atıyor... Buyurun buradan yakın... Fernandes ve Aurelio ile biraz da Hilbert'in maçın ciddiyetini anlaması dışında, inanın bir cümle not tutmadık... Beşiktaş'ın, bu kadar kötü oynamaya hakkının olmadığını, A.Gücü'nün ne yapmak istediğini anlamakta zorluk çektik... İkinci yarıdaki biraz kıpırdanma bile, dün geceki maçın sınıfta kalmasını önleyemedi... 90 dakika, bir futbol eziyetinin mahkumu olmaktan öte bize bir katkısı olmadı, o hatırlamak bile istemediğimiz Ankara gecesinin....