1989-91 yılları arasında Bakırköyspor, seyredilmeye doyulmayan bir futbolun temsilcisiydi... Şenlikköy Sahası'na koşarak gittiğimiz günlerde, bu kulübün başkanlığını da, çok renkli bir isim yapıyordu... Yıldırım Aktuna... Hem Belediye, hem de Bakırköyspor başkanıydı... Taraftarlar, sahada oynanan futboldan müthiş keyif alıyor ve hiçbir maçı kaçırmayan başkanlarına hep bir ağızdan sesleniyordu... Kafalarında huni vardı... Ellerini "Deli, deli, deli" diye sağa sola oynatarak "Ruh Doktoru" Başkan Aktuna'ya sevgi gösterisinde (!) bulunuyordu... İlk defa "Deli" tezahüratını, bir tuhaf olarak, Şenlikköy'de duymuştuk... Şimdi ise İnönü'de yankılanıyor bu sözcük... "Deli İbrahim" diye... Beşiktaş'ın 37 yaşındaki ama kendini 18'lik gibi hisseden kaptanları için tribünler inliyor: "Deli İbrahim... Deli İbrahim..." İnsanlara lakap takılması, yılların getirdiği bir gelenek... Ama 37 yaşındaki bir büyük kaptana takılabilecek en ağır apolet bu deli sözcüğü... Başkalarına "Kral Kaptan-Büyük Kaptan" diye bağırılırken, İbrahim Üzülmez'e bula bula "Deli" yakıştırmasını yapanlar, oturup düşünmeli ve bir daha bu sözcüğü ağızlarına almamalıdır... O ki, tribünlerin "Deli buraya" çağırışına, her zaman koşa koşa giderken, kimse sanmasın ki; delilik hoşuna gidiyor... Bir gazete ona deli gömleği giydirip "Böyle deliye can kurban" diye manşet atıyor... Üzülmez, o gömleği isteyerek giymiyor ki... Onun felsefesinde sadece şu var aslında: "Tribünler velinimetimdir... Ne derlerse başımın üstündedir." İyi güzel de, İbrahim Üzülmez'e, deliliği "Orgeneral rütbesi" gibi takacağınıza, iki pırpır takın "Çavuş" diye seslenseniz daha sevimli olmaz mı? Federasyona 2 soru 1- Göğsüne reklam sponsoru bulamadığı için, beş kuruş almadan, sadece hayır için Kızılay reklamıyla maçlara çıkan Sivasspor'a, Federasyon uyarıda bulundu mu; bulunmuşsa geçmiş yıllarda Beşiktaş'ın da uyguladığı bu yardımseverliği, Sivasspor yapınca, neden dikkati çekildi? 2- Futbol Federasyonu Başkan Yardımcısı Lütfi Arıboğan, aynı zamanda Genel Sekreter Koordinatörlüğü de yapmaktadır... Bunun için kendisine bir ücret ödeniyor mu? Ödeniyorsa, bu söylendiği gibi büyük boyutlarda mıdır? Onlar da insan Futbol yıldızı olmanın şansını yakalayanlar, transfer döneminde "Kral" sonradan da birer "Şamar oğlanı" olur bizim ülkemizde... İşte size F.Bahçe'den 4 isim... Bilica, Baroni, Santos ve Kazım... Bunlardan Bilica ve Kazım, özel yaşantıları nedeni ile gözden düşen ve bir daha da, tribünlere ve yöneticilere sevimli gelmeyen iki isim... Santos ve Baroni ise, futbollarının ve davranışlarının takımdaki bazı "babaların" işine gelmeyişleri nedeni ile çaptan düşen diğer iki isim... Hele Baroni... Emre'den fırça yemediği maç yok... Biraz da "Brezilyalı temizliğinin" kurbanı bu futbolcu... Ama gün geliyor, Bilica da, Baroni de, Santos da ve de Kazım da kendilerine muhtaç olunan isimler... Sadece onlar değil, tüm taraftarlar biliyorlar ki, otobüsten atılacak ilk yolcular bunlar... Şu saatten sonra, zirveye oynayan takımda, bozuk paradan farkı olmayan 4 futbolcudan ne bekleyebilir ki F.Bahçe... Onlar artık, kurtarıcı değil, kurtulmak istenenler sınıfında... Ve ilk dönem karnelerini bekliyorlar merakla... Nihat'ın zorladığı sınır Beşiktaş'ın eski teknik direktörü Benjamin Toshack tarafından 5 milyon dolar bonservis bedeli ile İspanya'nın Real Sociedad takımına götürülen Nihat Kahveci, 8 yıl sonra Türkiye'ye döndü... Hem de ne dönüş... Siyah-beyazlı takım Nihat için, Villareal'e tam 4 milyon 250 bin euro ödedi... Geçen sezon, 3 milyon 500, bu sezon ve gelecek yıl da 2 milyon 250 bin euro ödeyecek... Yani alt alta topladığınızda, Nihat'ın Beşiktaş'a maliyeti 12 milyon 250 bin euro... Bu sezon, sadece UEFA Avrupa Ligi 2. ön eleme grubu maçında, Vikingur'a 3 gol atabildi... Ligde ise henüz siftahı yok... Nihat, bu tablo önünde dururken, tribünlerin kendisine olan tepkisine olgunlukla cevap vereceğine, gidiyor hocası Schuster'e "Beni İnönü'de sahaya çıkarma" diye yalvarıyor... En profesyonel olması gereken kişinin yaptığına bakın... Bunun adı "Sabrın sınırlarını zorlama" anlamına gelmez mi? Oysa bu futbola, bu kadar alkış... Ne demişler? "Arpa eken, buğday biçmez!" Sakatlık, zam getirdi Arda... G.Saray'ın ve Milli Takım'ın yokluğunu buram buram hissettiği "Olmazsa olmaz" futbolcusu... Hem saha içi, hem saha dışı yaşantısı ile gazetelerin spor ve magazin sayfalarının aranan ismi... Nazardan mı nedir, başı bir türlü sakatlıktan kurtulamayan, formasına kavuşamayan Arda, bu defa bu şanssızlığına şükretti sanki... 19 ay sonra bitecek sözleşmesi kulüp tarafından 2013 Mayıs sonuna kadar uzatıldı... Arda, daha geçen yıl, yüzde 100 zam alarak, yıllık sözleşmesini 1 milyon eurodan, 2 milyon euroya çıkararak, cebini kuvvetlendirmişti... Ve şimdi de, o 2 milyon euro 3.2 milyon euroya çıktı... Hem de sahalardan uzak kaldığı şu günlerde... Böyle sakatlığa can kurban (!) ne diyelim... Artık kanatlı arabada değil, kanatlı uçakta görürüz kendisini...