Kitleleri, peşine takıp sürükleyen insanlara biz lider deriz... Bu yüzden lider olmak, sadece güçlü olmak anlamına gelmez... Lider, konuşmasını, oturmasını, kalkmasını ve de yeri geldiğinde parlamasını, yeri geldiğinde de, şefkatin en âlâsını becerebilen kişidir... Bazen tatlı bir söz, bazen de lafı gediğine koyarcasına azar da gerekir insanlara... Ama bunu yerinde ve zamanında yapan kişi gerçek liderdir... Futbolumuza çevirin gözlerinizi... İşlerin iyi gittiği dönemlerinde o lider geçinenler, ne kadar da sevimli, ne kadar da insancıl bir yapı içindedir... Ama bir terse gitmeye görsün... Kedi gibi munis oturanlar bile, tırnaklarını gösterir, saldırganlığa hazırlanır... Sahada, güçlünün, beceriklinin ve inananların üstün kılınması gereken futbolda, bunu becermek de yetmemektedir... O sahadakiler, dışarıdan bir destek ararcasına, liderlerine işaret çakar... Yardım isteyen o gözlerinde, kendi beceriksizliklerini örtecek bir dış oyun aramaktadır... İşte o anda devreye giren, kendisini yönetici değil, sanki iltica edenlerin sığındıkları bir diktatörlüğün imparatoru gibi görenlerin samimiyetten yoksun, sadece ortalığı kasıp kavuran ve bu yüzden kendisine "Ne yaman adam" denmesini gerektiren "el koyması" oturur gündeme... Ve "Güç bende artık" edasıyla kendilerini "Heman" gibi görenlerin mücadelesi başlar... Yani hünerlerin değil, katkılı yardımlarla karşısındakini "tuş" etmeye çalışanlardır artık sahnedekiler... Oysa bizim sporu spor gibi yapanlara ihtiyacımız var... Bizim, liderlere ihtiyacımız var... Arkasından gidilebilen, kendisinin inanmadığı bir şeye, yanındakileri inandırmak kandırıcılığına gitmeyen liderlere ihtiyacımız var... Bizim, ahlâk, zeki ve rakibe saygıyı aklından hiçbir zaman çıkarmayan, yense de, yenilse de elini uzatabilen sporculara ihtiyacımız var... Ve bizim, spor sahalarını, rant, korku, kavga ortamı, küfür arenası gibi görmeyen, gerçek taraftara ihtiyacımız var... Yapacağımız iş, bunları bir arada bulmanın hayalini tam kaybetmeden, yine de karamsarlığa düşmemek adına ayakta kalabilmek olacaktır... Çünkü "Orda bir köy var uzakta... O köy bizim köyümüzdür!.." Elini çabuk tut! Beşiktaş malûmunuz... Sanki "Züğürt Ağa!" Bu kadar yıldız bolluğunda, ışıltısını göremediğimiz 108 yıllık tarihe sahip bir takım Beşiktaş... Hiçbir teknik adamın beceremeyeceği (!) zirveden itilmişliğin son temsilcilerinden... Takım ruhunu, arkadaşlığı, sistemi ve puanları yakalayamamanın tek sebebi de, o Türk insanına bir tuhaf bakan, fazla takmayan, ne kadar eleştirirsek eleştirelim "Bir kulağımdan girer, diğerinden çıkar" diyen bir insan o teknik adam... Bazen fotoğrafçılara olmadık pozlar verip "Bunu da çekin" diyecek kadar da basitleşir... Bazen bu takıma kaptanlık yapmış, 11 yılını vermiş birinin "Arkadaşlar canlanın, sakın birbirinizin arkasından konuşmayın" diyerek, soyunma odasında kendini kaybetmesinin biletini anında keser o... Ama kaşını aldırırken mikrop kaptığı için takımını yalnız bırakanı görmezliğe gelir... "Hoca, Bobo benden daha formda, benim yerime onu oynat" diyen Portekizli golcüyü dinleyip, onu kadroya almayacak kadar otoritesini kaybeden birisidir o... Ve o Schuster şimdi çıkmış ortaya "Kupa yoksa ben de yokum" deme cesaretini gösterip zarf atıyor yönetime... Oysa kupa gitmeden, gitmesi gereken kendisi... Daha doğrusu, bugünden kupayı da yok saysa, Beşiktaş'a yapacağı en büyük iyilik olacaktır bu... Haftanın 4 olayı Geçtiğimiz haftanın enteresan "Türk insanı" haberleri gündeme damgasını vurdu... Japonya'daki depremde, kendini camdan atan tek insan bir Türk'tü... Evindeki doğalgaz kaçağını, çakmakla kontrol eden yine bir Türk'tü... Ve en ilginci de Bursa'daki haber... 323 (yazı ile: üç yüz yirmi üç) sabıkası bulunan, geçen yıl İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne girip LCD televizyonu çalarak pencereden kaçan, yakalandığında da, hırsızlığı reddedip "Camları lodos açtı" diyerek kurtulmaya çalışan 26 yaşındaki sabıkalı 324. vukuatında yine yakayı ele verdi... Emniyete getirilirken görüntüsü daha ilginçti... Sanki kodese değil, oscar ödülü almaya gider gibi, kırmızı halıda yürütülüyordu bu rekortmen sabıkalı... Ama inanılması daha zor bir son haber de, 2-1 önde götürdüğü karşılaşmada, yaptığı değişikliklerle son 4 dakikada iki golü kalesine buyur eden G.Saray'ın teknik direktörü Hagi'nin yaptığı işti... Galip takımı, 3 değişiklikle mağlup eden bir teknik direktöre biz hâlâ "I love you Hagi" diye bağırıyoruz... Bir zamanların kralının, soytarı olduğunu görünceye kadar da, bağıracaklar gibi... İyi bağırmalar o zaman...