Hep aklımızdan geçirdiğimiz ama nasıl başaracağımızın sonunda da, soru işaretleri olan bir mutluluğun sonrasında, tüm kötümserliklerin üzerini toprakla örtmenin zevkini yaşamak ne kadar güzel... Oysa bir gün önce, görünen manzara, bizim açımızdan hiç de iç açıcı değildi. Avrupa'nın göbeğinde medeniyetle iç içe yaşayan bir ülkenin, bir maçı geçmişe bakarak etik olmayan şekilde tetiklemesi, demek ki sadece bizde olmayan bir çarpık düşünceydi. İşin bir de bizden yana umutsuzluk senaryoları vardı ki; bu ümitlerimizi törpüleyen asıl meseleydi. Fatih Terim'in, Portekiz karşılaşmasındaki, spor kamuoyuna göre yanlış kadro ve sistem anlayışı, İsviçre maçı öncesi hiç de iyi sinyaller yansıtmıyordu. Gökhan Zan ve Emre Belözoğlu'nun sakatlıktan, Mevlüt'ün ise formsuzluktan dolayı yokluğu bizlerde sanki ümit kıvılcımları doğurmuştu. Çünkü bu takımda Arda'nın ve bilhassa Mehmet Topal'ın oynaması gerektiğinde birleşenlerin sayısı hiç de az değildi. Ama kadrolar açıklandığında bir baktık yüzünde bir defa olsun gülücük göremediğimiz Tümer sahada... Aklımızın köşesinden geçmeyen Gökdeniz sahada... Ve Tuncay'ın görev anlayışının değiştiği bir kadro sahada... Bütün bunlar bizim İsviçre'yi tepelememiz için gerekli olmamıştı görünüşte... Hele o inanılmaz yağmur başladığında dal üstünde kanatları ıslanmış, uçmayı unutmuş bir serçe kuşu gibi olduk. Pırıltılar, bataklık haline gelen sahada, sigortası atan ampullerin sönmesi gibi, bizim umut yıldızlarımızın, karanlıkta bıraktığı umutlarımız haline dönüşmesini ıstırap içinde izledik. Ta ki soyunma odasına gidinceye kadar, işi 1-0'da idare etmenin en azından tesellisi ile, bir 45 dakikanın neler doğuracağını iyimser düşünceler içinde hayalini kuramadık. İşte ne olduysa soyunma odasında oldu... Orada konuşulanlar, belki bir gün spor gündeminde yer aldığında, tüylerimiz diken diken, gözlerimiz nemli "Vay bee" diyeceğimiz muhakkak... Siz deyin, o soyunma odasında fırçanın kıralı vardı. Biz diyelim o soyunma odasında yüreğimize kamçı vuran, duygusallığımızı beynimizin en ince noktalarına kadar işleyen bir "Terim motivasyonu" bizi "erken vedadan" kurtardı. Ama o Terim "Önce yağmur yağsın istedim, saha balçık olunca da dursun bu yağmur diye Allaha yalvardım" demesinin altında bu gün için su yüzüne çıkmayacak o soyunma odasının büyük rolü vardı. Çünkü, bu değişim sadece Mehmet Topal'ın, Semih'in oyuna girmesiyle olacak iş değildi. Arda'nın coşması, Servet'in ayakta duramayacak kadar sakat olmasına rağmen aslanlar gibi savaşması, Tuncay'ın, İsviçreliler'in yüreğini ağzına getiren saldırıları boşuna değildi. Ve şansın bizden yana dönmesi de boşuna değildi. O soyunma odasının ahh bir dili olsaydı... Orada yaşananlara, keşke biz de ortak olabilseydik... Ve keşke, o devre arasında konuşulanlar Portekiz maçında da yüreklere işlenebilseydi... Biz şimdi çoktan ikinci turu yakalayan ilk takımlardan birisi olmuştuk...