Zirvenin sürpriz ortağı Beşiktaş, ligin ikinci yarısına artık belli hedefler üzerine odaklandığının bilinci içinde, İnönü'de adeta görücüye çıktı... Çünkü taraftar artık takımından "Feda" değil, başarı beklediğinin farkındaydı... "Neden olmasın" değil, "Mutlaka olmalı" mantığının geçerliliği vardı ortada... Bu nedenle, kaybedilecek her puan, bundan böyle tolerans bulmayacak, aksine hesap sorulacak hale gelecekti... İstanbul Büyükşehir Belediye, her an sürpriz yapacağının sinyallerini erken verirken, Beşiktaş, eldeki gençlerle rakibinin süksesini bozmamak için çalışıyordu... Ama siyah-beyazlı takımda bir sıkıntılı bölge vardı... Sol taraf... Hem Emre, hem de onun yardımına asla gelmeyen Olcay, sanki Beşiktaş'ı iki sağ teker üstünde giden arabaya benzetmişlerdi... Oğuzhan, ustası Fernandes kadar olmasa da, hiçbir zaman sırıtmayan futboluyla, yine Beşiktaş'ın en iyilerinden birisi olması sürpriz değildi dün... Holosko'nun İnönü'deki hırsı, Almeida'nın kafa yapısı ile uyumluluk gösterse de, Portekizlinin sık sık bu futbolcunun bölgesinde gezinmesi, zaman zaman bir trafik kargaşasına yol açtı... Holmen'in 22. dakikadaki golünde, Hilbert'in orta sahadan itibaren Visca'nın tozunu yutması; sonra da Sivok ve Emre'nin ortaklaşa kademe hatası, ligin ikinci yarısına başlangıcın kötü sinyali olarak gözüktü... Beşiktaş beraberlik golünü erken bulmasa, orta sahayı çabuk çıkan rakibi karşısında, belki de çok çabuk çözülecek bir takım olacaktı... İkinci yarının hemen başında Olcay'ın galibiyet sayısının hazırlayıcısı Almeida, bir futbolcunun çabuk ve klas nasıl buluşturulacağının dersini verdi herkese... Ama bu siyah-beyazlı takımın sevinci fazla sürmedi... Cenk'in yediği golleri aratmayan McGregor, yaptı yapacağını... Bu kadar kolay gol yemek yakışmadı Beşiktaş'a Fernandes'in oyuna girmesiyle beklentiler de arttı... Çünkü lig liderleri bir adım ötedeydi... Ama bazen mutluluk, dün geceki gibi sadece beklentide kalan bir sevda oluyor işte...