"Allah, uzun ömürlü olmasını istediği kulunu Datça'ya bırakır" diyen ünlü tarihçi Strobon doğru söylemiş... Nem oranının "sıfır" olduğu, rüzgâr esintisinin, insan yüzüne "şamar" değil, bir "sevgili" okşaması gibi dokunduğu Datça'da, hayat bir başka güzel bizim için... Kleopatra'nın denize girdiği Knidos'un, tarihteki 100 binlik nüfusu, her ne kadar 7-8 binlere inmiş olsa da, bu Datça'nın kıymetini bilenlerin sayısal azınlığa düştüğü anlamına gelmemeli... Akdeniz'le Ege'nin birleştiği uçta, bir ayağınızı birine, diğerini bir başka denize sokmanın zevkini bulabileceğiniz bir yer, dünya üzerinde var mıdır? Yeşille mavinin böylesine kucaklaştığı, böylesine zarafet bulduğu bir beldede, hayatın tüm çirkinliklerini, tüm olumsuzluklarını ılık esen rüzgârın sırtına yükleyip, başka diyarlara gönderirken; yaşamın kıymetini bir defa daha anlıyorsunuz... Datça'da dert yok... Datça'da hastalık konuşmak yok... Datça'da, dünya nimetlerinin en lezzetli kaynakları avucunuzun içinde; tadı damağınızda her zaman... Datça'da anlatılamayacak kadar güzellikler, çizilemeyecek kadar manzara, doyulamayacak kadar pırıl pırıl deniz var... Ve bu Datça'da eğer bir de Billurkent'te iseniz ekstradan tiryakilik de cabası... Gazetelerin her yaprağına daha az bakılan bu yaz aylarında, spor sayfalarındaki "hayal transfer müjdeleri" ile gündem belirlenmesi gerçekten çok komik... Hele, gazete merkezlerine bir de uzak yerde iseniz, işte o zaman "davulun sesi" gibi hoş gelir "flaş transfer" gazlamaları... İnsanları; ya "saf" görme, ya da "gaf" yapma alışkanlığından olacak, her transfer mevsiminde, en az "100 süper yabancıyı" Türkiye'ye getirme kandırmacalarına bakıp gülme krizine yakalanmamız, boşuna değil... Ribery'yi bile elinde tutamayanların Solari, Biscan, Zidane, Figo gibi "süper yıldızları" almaya kalkışmaları, Levent Kırca'nın "Olacak o kadar" komedi dizilerinden daha eğlendirici değil mi? Ya; Brezilyalı Ze Roberto'ya kanca takılıp, transferini bitirme noktasına gelinmiş gibi, neredeyse G.Saray'ın malı yapmaya çalışmak hangi ciddi habercilik anlayışına sığar? Spor gazeteciliğini her geçen gün, bir anda yazar, muhabir yapılanların çemberinden kurtaramadıktan sonra, daha biz neleri getiririz bu Türkiye'ye neleri... 2 milyon dolardan kapı açıldığında arkasına bakmadan o transferden elini ayağını çekenler 10 milyon euroluk pazarlıklar içine, işte hep bu "sonradan olma" gazeteciler tarafından çekilir. Birkaç gün önce Brezilya - Meksika maçında, karşılaşmanın tek golünü atan Borgetti bile, Türkiye'de hiç tanınmazken bir anda 4 büyüklerin transfer gözdesi yapıldı... Ya da Brezilya'nın "süper çocuğu" Robinho, gazete manşetlerinde, rekabetin yeni hedefi seçildi... Yahu bu çocuğun Türkiye'ye gelmesi için 25 milyon euroyu, hangi kulüp gözden çıkaracak? Rui Costa, Davids, Lucio, Ze Roberto günlerce manşetlerde kalırken, hiç mi ciddi olmuyoruz, hiç mi sonumuzu düşünmüyoruz? Alnımıza "Ey spor basını... Palavra atma şampiyonu oldunuz" diye vurulacak damgaları neden şimdiden ciddiye almıyoruz? Bu "özeleştirileri" çoğu gazetenin asla vazgeçemediği "transfer narkozu" etkilerinin verdiği rahatsızlık sebebi ile yapıyoruz... Aziz Yıldırım gibi başkanların, internet sitelerinde, bu yalan haberlere gülmesine ve hepimizi birer "palavracı" ilân etmesine asla kızmayalım... Bizleri hafife alınacak "ciddiyetten uzak" kişiler gibi gösterenlere bu sütunları bırakırsak, kendimizi de mezara koyar, mezar taşımıza da "Palavracının ruhuna fatiha" diye yazdırırız bir gün...