Bir yanda, yüreklere düşen "kor ateşin" alev alev sardığı insanların acısı, bir yanda da "aşk ateşinin" gönülleri sardığı Paris maceraları... Birisinde, 15 günde doğan "aşkın türküsü", diğerinde 15 şehitin "hazin öyküsü..." Aşklar manşetlerden düşmezken, şehit analarının yürekleri parçalayan fotoğrafları, Reha-Gülşen birlikteliğinin gölgesinde kaldı... İşte "gönül eğlendirenlerle" gönlüne "taş basanların" iki ayrı hikayesi... *** Mideleri geniş insanların buram buram reklam kokan, yapmacık birliktelerini gördüğümüzde nasıl tiksiniyorsak, şehitlerimizin bayrağa sarılı tabutlar içinde memleketlerine gönderilişlerinin yürek parçalayan manzaraları ile de teröre lânetimiz, çığ gibi büyüyor. Daha kaç vatan evladının, kahpe kurşunlara hedef olacağının düşüncesi ile artan sancımızın, günlük üzüntülerde kalmayarak, kökünden kazınması yolunda alınacak tedbirlerin özlemi ile teselli bulmak istesek de, şimdilik sadece bekliyoruz. Ama işin daha da acı yanı var. Reha- Gülşen'in yapmacık ve "gösteriş kokan aşklarının" şehit cenazelerinin üzerinde yer bulması... Gülşen kim? Daha bir kaç hafta önce evli bir adamın beynine girip, yuvasının dağılmasına sebep olacakken, Reha'nın can simidi ile "yeni bir aşka yelken açan" fotoshop tekniği ile vücudunun deformasyonunu, gazete sayfalarında kapattıran birinin, sıradan birlikteleri, Türk halkının "merak dürtüsünü" bıkmadan, devamlı körükleyip, tahrik ediyor. Magazinin, şımarık çehresine bu kadar hayran milletimizin, duygusallığını biraz da evlat acısıyla yıkılmış insanların acılarını paylaşmaya harcamalarını, ne kadar isteriz. Heyhat ! *** Hafta başında, hemen hemen bütün gazetelerin spor sayfalarında benzer başlıklar vardı: "Beşiktaş'ın Ailton belâsı." "3 milyon euroluk belâ." Ayıptır, yazıktır. Bu Brezilyalı futbolcunun alınırken ve Türkiye'ye gelirken, sayfalarımızdaki yer alışlarını bir hatırlayınız. Hâttâ Avrupa basınında bile Beşiktaş'a, böyle bir futbolcuyu kaptıkları için ne övgüler düzülmüştü. Beşiktaşlı taraftar nasıl keyifli, nasıl coşkuluydu... Yöneticisi, nasıl da hava atıyordu... Pehlivan yapılı futbolcunun, attığı her golden sonra tribünlerin "Ailton... Ailton..." diyerek yerlere kadar eğilip bu futbolcuyu selâmlaması, daha tazeliğini yitirmedi. Ama şimdi o müthiş golcü belâ (!) oldu... İşte bizim, neyi nasıl, hangi başlıklarla verme konusundaki çelişkimiz... *** Geçenlerde traji-komik bir başlık daha çarptı gözümüze: "İşçiler emekli oldu, ortada baraj yok" Kırbaşı Beldesi'ne bağlı Görsöğüt ve Kargı Barajları (!) aradan geçen inanılmaz uzun süreye rağmen, bir türlü bitirilememiş... Hâttâ, baraj inşaatının başladığında, askerden yeni gelip, burada bekçilik görevine başlayan birisi, şu anda 74 yaşında ve hâlâ bu baraj mahallinde bekçilik yapıyor! Hem de, barajın yerinde yeller eserken... Sakarya nehri, sularıyla barajını (!) dolduramamış olmasına rağmen, 74 yaşındaki bekçi, yine de, bir yerleri bekliyor hâlâ... İyi beklemeler... İşte biz de, bir onbaşısı rehin tutuluyor diye Filistin'i yerle bir eden, altını üstüne getiren İsrail gibi, PKK'nın yuvalarını kurşunla dolduracak Türk insanının hasretini çekiyoruz. Çünkü yeter artık bu acılar... Dinmesi gerekirken alevlenen, bizim yüreklerimiz değil, alev alev yanması gereken o inlerdir artık... *** Eğer takımın başında bir hoca var ise, siz takımı o hocaya emanet etmiş ve üstelik o hoca, camiaya bir de geldiği ilk sene, şampiyonluk yaşatmışsa, bırakın, transferleri siz yapmayın... G.Saray'da her şey iyi giderken, yönetim içinde kendine ayrı bir yer edinmek isteyen ve manşetlere çıkmanın nasıl olacağını yılların tecrübesiyle iyi bilen Adnan Polat, şimdi kongre üyelerini, taraftarı, hâttâ eski başkanları bir "inat transfer" yüzünden birbirine düşürdü. Gerets'in "Okan'ı tanımıyorum, alınmasını da ben istemedim" demesine rağmen, bu transfer inadını sonuna kadar sürdüren ve şimdilik başarılı olan Polat, yakın zamanda Gerets üzerindeki hegemonyasını sürdürmek için yeni gündemler üretecektir. Şampiyonluğun tadını çıkaramayan bir takımda, durup dururken tatsız bir ortama "çanak tutmak" ve gazetelerin de, bu tip haberleri manşetlere taşıması, aynen magazin basının peşinden gitmek gibi bir şey değil midir? Bir dünya şampiyonasının iyi yönlerinden pay çıkaramayan bizler, Polat'ın "mikserliğini" haber gibi görüyorsak, spor basınımız da yoldan çıkmış demektir. Bir yanda Reha-Gülşen ve Hülya-Ali aşkları, diğer yanda şehit yasları... Bir yanda sporun güzellikleri, diğer yanda yönetici palavraları... Manşetleri bu kadar ucuza kapatanların bırakacakları miras, işte bu kadar ucuz ve basit, bu ülkede... Ne yazık ki, halimiz bu... Burada "Tavşanı tazı tutar, çalımı avcı satar."