İki gün önce Ali Sami arkadaşım da koca sütununu buna ayırdı... Bakanlık ve Futbol Federasyonu'nun "Koltuk kavgası" çirkinliği, durup dururken herkesin midesini bulandırıyor... Türkiye-Azerbaycan milli maçı öncesinde "Senindi-benimdi" çekişmesi yüzünden protokol tribününün yeri değişmiş, sahadaki seremonide futbolcular, Bakan'ın oturduğu "Devlet tribününe" arkalarını dönmüşlerdi... Bakan Ünlü, Futbol Federasyonu hakkında soruşturma açtırmış, federasyon ise "Biz bu maçta protokol tribününü kapalıya taşımak zorundaydık ve yetkimiz dahilinde öyle yaptık" deyip, Bakan'ın tavrına karşı koymuştu... Bütün bunlar olurken, arada kaynayan, olaylara en fazla üzülen kişi, sadece kanunun emrettiği hükümleri yerine getiren Gençlik ve Spor İl Müdürü Vedat Bayram oldu... 4563 sayılı kanunun değişik 10. maddesindeki "... Protokol tribünlerinin kullanılmasında il müdürlükleri yetkilidir" emrini harfiyen yerine getiren Vedat Bayram, iki ateş arasında bırakılarak, büyük bir haksızlık çukurunun içine atılmıştır... Vedat Bayram, bu tatsız protokol çekişmesinde "Açık yarasına, tuz ekilen" kişidir... Bu çalışkan insanın şevkini kırmak, moralini bozmak, İstanbul'u bir yerde tesissiz bırakmakla eş değerdir... "100 gönüllü, 100 tesis" projesini sabırla ve inatla sürdürüp, gençlere spor alanı açılmasında öncülük eden Vedat Bayram'ı "Günah keçisi" yapmaya kalkmak, insafla ve yönetim anlayışıyla bağdaşmaz... Protokol tribününde bazı maçlarda "Vali'nin yanında ne işi var" diye suçlanan Vedat Bayram "Eğer Allah korusun, bir yangın, bir kargaşa anında, itfaiyenin nereden girip çıkacağını, suların nerelerden temin edileceğini, çıkışların en sağlıklı nereden yapılacağını bilmekle görevli olduğumdan ve bunu yetkililere anlatabilecek sorumluluğumdan, tabii ki yerim Vali'nin yanında olacaktır" demek zorunda bırakılıyor... Bırakın Vedat Bayram gibi çalışkan, işini seven, kanunları uygulayan bir kişiye insafsızca yüklenmeyelim... Çünkü, şu günlerde Vedat Bayram'lara çok ihtiyacımız var... BİR AÇIKLAMA Geçen haftaki yazımızdan dolayı, olayın kahramanlarından sitem dolu telefonlar aldık... Örneğin, Gürcan Bilgiç kardeşim "Beni korumak sana mı düştü" dercesine terbiye sınırlarını bozmadan, ama bize de bozularak isyan etti... Kendisini olay sonrası defalarca aradık... Telefonu kapalıydı... Bize bu hadiseyi nakleden arkadaşlarımızla tekrar konuştuk... Hepsinin söyledikleri "Aynen doğru" oldu... Zaten Samsun'daki olayı duymayan "Sağır Sultan" bile kalmamıştı... Bizim maksadımız, TSYD'nin yönetim kurulu üyesi olan bir sevdiğimiz arkadaşımıza arka çıkmaktı... Hata mı yaptık acaba ? Bu olayın diğer canlı şahidi (!) Cömert Aslan ise "Gazeteciyim diyen adam" diye başladığı yazısında bize gerektiği şekilde öfkesini göstermiş... Bakın, bir başkan bozulduğu bir haber için haberi yazan gazetecinin odasına resepsiyondan telefon ederek çıkıyor... Her halde yanağını okşamak için değil, teşekkür için hiç değil... Bir zamanlar Genel Yayın Müdürlüğü'nü yaptığımız, memleketine temelli gitmek üzereyken geri döndürüp, gazetenin künyesinde apolet taktığımız Cömert Aslan, bir başkan odaya gelirken banyoya giriyor ve konuşma bitinceye kadar orada kalıyor... Sonra da "Su sesinden fazla bir şey duyamadım" diyor... Sevgili Cömert... Bir başkan odaya geliyor, sen banyoya giriyorsun... Her kelimesini "Duymadım" dediğin bir konuşmanın bütününde savunma yapıyorsun... Eğer biz, senin kaleme döktüğün ders verir şekildeki gazeteciliği yapsaydık, bu meslekte 30 yıla yaklaşan mücadelemizi bugüne kadar sürdüremezdik...