Pistorius, Sergen ve Şeküreler!

A -
A +

Daha bir yaşına gelmeden iki bacağı, diz altından kesilmişti... Çünkü onun, doğuştan, diz ve bileğini, birbirine bağlayan fibula (kaval) kemiği yoktu... Takılan protezlerle, önce ayakta kalabilmeyi, sonra da yürümeyi denedi... Azmi sayesinde, bunları bir çırpıda geçti ve sonra da koşmayı becerdi... Hem de ne koşmak... Bugün o, 400 metrede 46.56'lık derecenin sahibi... *** Oscar Pistorius, Güney Afrika doğumlu 20 yaşında bir delikanlı... Daha 11 aylıkken başından geçen operasyonlar sonucu, ayaklarından olmuş ama kafasına, bir gün "Dünya starı" olmayı koymuş bir atlet... Geçtiğimiz ay "Golden League'in" Roma ayağında 400 metre yarışında ikinci olarak bitiş çizgisini geçerken, hayalinde hep Pekin'deki olimpiyatlar kıvılcımlaşmaya başlamıştı... Ama birkaç gün önce, İngiltere'nin Sheffield şehrinde düzenlenen Britanya Grand Prix'inde, olimpiyat barajını aşmak isterken, kendisine doğuştan yapışan talihsizlik, bir defa daha yaptı yapacağını Pistorius'a... Yağan yağmur kırdı önce ümitlerini... O "çitadan" esinlenerek yapılan takma ayakları kaydı, kulvarının dışına çıktı ve bu yüzden diskalifiye edildi... Ve "Pekin hayalleri" beyninden bir anda siliniverdi... Azimli, hırslı, çalışkan, kendini özürlü gibi değil, en hızlı bir vatandaş gibi gören Pistorius'un tüm hayalleri yerle bir oldu... Yağan yağmurda, kayan zeminde... *** Bir de bizim ülkemizdeki idealist sporculara bakınız... Maşallah, iki ayakları yerinde... "Gak" deyince su "Guk" deyince ekmek... Ev, araba, para, mesele bile değil... Koşmak için, inanılmaz şartlar ve isteklerde bulunanlar, yetkilileri nasıl kandırıyorlar, kimse anlayamaz bunu... Amerika'da aylarca kamp; Almanya'da en lüks mekânlarda konaklama, beslenme ve çalışma imkânı... Bizim, bütün bu hizmetleri devletçe sunduğumuz sporcudan tek bir beklentimiz var... Koşması ve ülkemize madalya kazandırması... Federasyonu takmayan, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'nün tüm iyi niyetini sonuna kadar kullananlar, bugün iki bacağı protez Pistorius'un yanında, sakatım ayakları içinde, beklentilerimizle alay ediyor... *** Sergen... Bu ülkenin yetiştirdiği en mükemmel sol ayaklı starlardan birisi... Eğer kafasını kullansa "paranın gözü kör olsun" diyebilseydi, bugün Akaretler'de veya İnönü Stadı'nın önüne heykeli dikilirdi... Ama onun koşusu, sadece futbol topunun peşinde olmadı ki... Bazen atlarla Veliefendi'de koştu... Bazen mankenlerle Reina'da... Alkol ve sigara kullanmamakla ne kadar övünse de, kafasındaki zamparalık ve altılı kuponlarının koordinasyonu, onun ayaklarına pranga oldu hep... Yeşil sahalarda attığı paslar, zarif hareketler, nefis goller, bir baktık ki, yaşantısının gölgesinde kaldı... Ayaklarının üzerine binen kiloları arttı, vücut şekli, bir futbolcudan çok, güreşçi tiplemesine döndü... Ama o, hâlâ unutulmadı, hâlâ yine gözde... *** Siyasetin bir küçük hediye paketi halinde, Eskişehirspor'a hediye edilen Sergen, bugün artık, cebine girecek paradan, gayri menkul kervanına katacağı malikanelerden başka bir şey düşünmüyor... Sihirli sol ayağının, Sergen'e, günümüzde hâlâ kâr marjı taşımasını boş gözlerle seyredeceğiz yine... O Beşiktaş'ta doğan, orada efsaneleşen, oradan da, milli takıma sıçrayan Sergen, bugün seçim malzemesi değil, sezon başında törenlerle imza atıp, sonra sönen bir kor alev gibi insanı üzen, sıradan bir futbol tiplemesi olmamalıydı... Sergen, gerçek Sergen olmalıydı... Hırsını, altılı kuponlarından, insanı çıldırtan eğlence mekânlarından değil, sol ayağının bereketini, yıldız olabilme yolunda kullanabilseydi, bugün Türkiye'de Roberto Carlos veya Lincoln değil, hâlâ o konuşulurdu... Kendini bu kadar harcayan, sevenlerini hiçe sayan, daldan dala konan bir futbolcu kimliğinden kurtaramayan Sergen için "geçim derdi" ne yazık ki, onca servetine rağmen "seçim derdine" yenik düşmüştür şimdi... HHH İnsan sevdiklerinden bir anda nasıl kopamazsa, nasıl, yüreğinden silip atamazsa, biz, bize kötülük edenlere bile bu ülkede yine de kıymet veriyor, saygı duyuyoruz... Paramızı kapana saygı... Bizleri uyutana saygı... Gözlerimizi boyayana saygı... "Spor yöneticisiyim" diye geçinene saygı... Ama esas saygı duyulması gerekenleri unutuyoruz... Eğer Oscar Pistorius gibi, fiziksel noksanlığını bile takmadan, idealleri peşinde koşan bir sporcumuz olsa... Eğer sporculuğu, sadece kendisi için değil, onu yücelten taraftarı için de yapanlar olsa... Eğer yöneticiliği, ekranlarda ve spor sayfalarında boy gösterme dışında gören, yöneticilerimiz olsa... İşte o zaman biz; her sporcumuzun ve yöneticimizin önünde, saygı ile eğilirdik...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.