Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da 4.8 şiddetinde bir deprem oldu, ortalık bu kadar bulanmadı... Ama falakaya yatırılmış, tekmelerle hadım edilmiş, kafasında tepecikler oluşturulmuş bir G.Saray'ın maçı tehir olunca, kıyamet koptu... Burası Türkiye işte... Lâfa geldi mi "Vatan, millet, Sakarya", işine gelmedi mi "Ezeli rakip, palikarya!.." Bunun adı kıskançlık kitabının birinci sayfasında yazılanlarla aynı... Birisinin ülkeye puan kazandırmak için anası ağlayacak, diğerleri yaygara yapacak... Yok öyle bedava köfte ekmek... Çalışacaksın, başarıyı yakalayıp, havanı atacaksın... Sonra, sana da saygı duyulacak... Her şey olup bitti... Spor gündemini günlerce kıskançlık ve onun getirdiği öfke ile meşgul edenler, şimdi rahat uykularına dalabiliyorlardır inşallah... Taraftarını sokaklarda isyana teşvik edenler, siyasilere pankart açtıranlar, bu memleketin federasyon başkanını hiçe sayanların yaptıkları yanlarına kâr kaldı... Trabzon'un gücü bu sene belli... Bu takımdan puan almak, ağaç dalından şeftali toplamaktan kolay... Sevimli olması gerekirken, sevimsizlik ceketini sırtına geçirmek Özkan Sümer'e ne kazandırdı ki?.. Öyle tahmin ediyoruz ki, Trabzonsporlu futbolcuların G.Saray maçınının ertelenmesine en ufak bir itirazları yoktu... Çünkü onlar, koltuk hesabında değil, insani duygular içindeydi... Beşiktaş'ın da F.Bahçe ve Trabzon'dan farklı yanı yoktu... Onlar da, tehir edilen maç için bir bardak suda fırtına kopardılar... Hedef saptırdılar, sonunda da hedeften saptılar... Hepsine eyvallah da, şu bizim medyayı niye bu kadar gerdi bu tehir işi... Bir tarafta "7 kalemşörler", diğer yanda "Başkanlarına!" buram buram yağcılık yapanlar ve onlara bağlılıklarını haykıranlar yüzünden, basın tarafsızlığını yitirdi zaten... Ülkesine şan, şeref ve puan kazandıran G.Saray'ı böylesine hiçe saymak, hangi vicdana sığar? Sanki bu G.Saray sayesinde Şampiyonlar Ligi'ne gitme şansını yakalayan lig ikincileri, UEFA'ya 4 takımlı bir ordu ile katılma avantajını bulanlar bu ülkenin insanları değil... Başarıyı çekememezliğin, kanlarına dokunduğu kişiler, ağır ağır kimliklerini yitiriyor, haberleri yok... Geçen Pazar akşamı Maraton programında Şansal Büyüka belki ağzından kaçırdı, belki de bilerek söyledi... Lucescu hakkında dosya hazırlatıyormuş... Neden? Çünkü Lucescu, bir konuşma sırasında "Biz hâlâ daha Terim'in sırtımıza yüklediği borçları ödüyoruz" diye talihsiz bir cümle sarfetti... Vay efendim, sen misin söyleyen... Bir cümle yüzünden Terim'in avukatlığına soyunmak, hakkında dizi hazırlatmak, onu yerden yere vuracak bir programa imza atmak, gazetecilik anlayışıyla asla bağdaşmayan bir tutumdur... Fatih Terim'in tüm Türk insanının gönlünde taht kurduğu mâlum... O bizim, dünya elçimizdir... Ama yazlık komşusu bir hoca için, G.Saray'ı en az Fatih Terim kadar başarıya koşturmuş bir hocayı harcama plânları içine girmek, Şansal'a yakışmıyor... Yazılı basın, tarafsızlığını zaten büyük ölçüde kaybetmiş durumda... Bir de buna televizyonların eklenmesi hiç hoş değil... Başarı varsa alkışlanmalı... Destek olunmalı... Karalama sanatı, en kolay yol... Şansal bugün, maç görüntüleri elinde, imkânları en geniş olan bir televizyon kanalında koltuk sahibi... O koltuğa oturmak için geçtiği yolları bilenlerden biriyiz... Böylesine bir mücadeleden sonra, tehditkâr programlar yapıp, prensiplerinden sapmak hem kendisini, hem de yanında çalışan insanları yaralar... Zaten televizyonlardaki spor saatlerini, geyik muhabbetleri, ağız dalaşları ile dolduranlardan, sayfalara amigo ağzı ile yağcılık motive edenlerden bıktık usandık... Bu kervana katılanların vıcık vıcık yağ kokularından tiksiniyoruz artık...