Sahte ustalar!

A -
A +

Sahte ustalar! Müzikten anlamak için, önce kulak gerek... Duyacak, hissedecek ve yaşayacaksınız... Alkış ondan sonra gelir... Hele, hiç dinlemeden ahkâm kesmek, darbukayı keman yayıyla çalmak kadar komiktir... Beceremesek de, becerenlere alkış tutmanın, sanatçı için en büyük mükâfaat olduğunu, neden anlamayız ki?..  Son günlerde moda oldu... Maça gitmeden, bir elinde içki kadehi, önünde kuruyemiş ve çerezi, dev ekranlardan izleyip, yorum yapmak... Bu, bina bittikten sonra, çatıya son kiremidi koymak gibi basit bir şey... Beleşten, kendini usta zannetmek... Emek vermeden, bir başkasının emeğini çiğnemek... Kafa patlatmadan, dirsek çürütmeden, kolay yoldan kalem oynatmak... Ne yazık ki, son dönemlerde, sarmaşık gibi etrafımızı saran bu beleş yorumcular yüzünden, gazete sütunlarında ve de televizyon ekranlarındaki çelişkiler inanılmaz çirkin boyutlara ulaştı... Birisi, soğuk, yağmur, çamur demeden stada koşacak, karşılaşmanın her dakikasında not tutacak, müsabaka daha bitmeden gazetesine yazısını telefon denilen çıldırtan illetle ulaştırmaya çalışacak... Bunların, pozisyon tekrarını görme ihtimâli yok, televizyon başındaki yorumcuların fikirlerinden esinlenmek ihtimâli yok, seyircilerin kulakları sağır eden gürültülerinden kurtulma ihtimâli yok... Bunlar, mesleğe saygılı, bunlar kolayı değil, zoru seçen meslek erbabı, bunlar, kuruşlarını hakeden gerçek gazetecidir...  Ve diğerleri... Yani, maça gitmemek için rahatını kaçırmayan usta erbaplar... Klimalı salonlarında yayılıp, ayaklarında terlik, üstlerinde pijama ile maç izleyip, yorum yazanlar... Sadece yazmakla kalsalar iyi, bir de bilmişlik taslamazlar mı? Bunlar, 70 ekran televizyonlarında gördükleriyle, maça "İyi" veya "Kötü" damgasını vururlar... Defalarca izledikleri pozisyonlardan sonra, hakeme veryansın ederler... Zannedersiniz ki, maçı çok dikkatli, yerinde izlemiş gibi bir de "Bana göre" edasıyla yorumlarını süslerler... Küfürü, soğuğu, sıcağı, yolu bahane edip maça koşmaz bunlar... Maç çıkışı, saldırıdan, küfür yemekten korkarlar... Ne yazık ki, bunlar böyle yaptıkça, nüfusları çığ gibi büyüyen bir grup oluşturdular bu âlemde... Yurt içindeki maçları protesto edip stada gelmezler, ama yurt dışı seyahatlerinin bir ay öncesinden rezervasyonunu yaptırırlar hiç utanmadan... İşin en kötüsü, saygı duymaları gereken okuyucu ve dinleyicilerini resmen uyuturlar... Ve hâttâ ve hâttâ, bazılarının yazıları bile başkaları tarafından yazılır... Bunlar da yazar, bunlar da yorumcudur ve de bunlardır asıl işin kaymağını yiyen...  Türkiye'de bir günde hoca değiştirip, futbolcu sepetlettirenler, sütunlarından birbirlerine bazen şeker, bazen zehir akıtanlar, ne yazık ki, sporumuzun vitrin tabakasını oluşturuyor... Bunların emeğe saygıları yoktur, meslek etiğini tanımazlar... Bunlar, hayatlarında bir gün olsun işsiz kalmanın ne olduğunu bilmez, bir günlük maaş gecikmesinde bile patronuna burun kıvırıp, sırt dönerler... Eşini dostunu cemaat gibi basının içine koyar, sonra da bu mesleğin gerçek emekçilerinin ekmeğine mâni olurlar... Bunlardır, bu mesleğin, pazarda limon satmakla eşdeğer görülmesini sağlayan... Bunlardır, spor yazarlığını en kolay meslekler içine koyan... İnsanın, bu meslekte işşiz kalan, işsiz ebedi âleme göç edenleri düşündükçe yüreği sızlıyor... Ahh Öcal ağabey ahh... Kaybedilmiş, rezil edilmiş, peşkeş çekilmiş spor yazarlığını kim satın alır ki... Siz istediğiniz kadar " Yok mu arttıran... Satıyorum... Satıyorum... Saaattt..." diye figân edin... Bu meslek, yıllardan beri para mı ediyor ki, alıcısı olsun...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.