Hepimizin hayatında bir kesit mutlaka vardır... İnsanın gençlik ve yaşlılık dönemlerindeki uç noktaları arasındaki çelişkiler, bazen çocuksu, bazen de "İnatçılık" derecesini çok aşar... Kimisinin el uzatış şekli, başkasının sarılış şeklinden daha anlamlıdır... Veda sahnelerindeki hüzünün bile sahtesinin olduğu günümüzde, iyi ve kötü insan kavramlarını ayırabilenlere aşkolsun... Dostu, düşmanı sezebilenler, zamanımızda öyle şanslı ki... Olimpiyat Stadı'ndaki, bir kısım insanların "İkinci rezalet" diğer kesimin de "Muhteşem organizasyon" etiketleri arasındaki düşünce uzaklığı, sporseverin aklını karıştırdı... Bazılarının kilometrelerce araba kuyrukları arasında piyade yürüyüşleri, ilk günler neşeli birer piknik havasında görülebilir belki... Yuttukları toz, ayaklarındaki ağrı ve tribünlerdeki rüzgâra göğüslerini siper edişleri, bir defaya mahsus hoşgörülebilir... Maç sırasındaki elektrik kesintilerine bir şov, 90 dakika sonunda çileli eve dönüşlerine gece gezmesi algılaması yapılabilir... Amma... İşin çarpık ve eksik yönlerini yazan ve çizenleri de hiçe sayıp "Her şey dört dörtlüktü" yakıştırmasını yapmak, bir insanlık ayıbıdır... Bir gelin kadar zarif ama yapılmaya başlandığı günden beri "Öksüz kalmış" bir stad, şimdi her kusuruyla eve kabul ediliyorsa, gülü seven, dikenine katlanacaktır... Tek taraflı aşkın, bir gün ayrılık getireceği, sonradan yapılan makyajlarla güzelliğin zorla geleceğini düşünmek, yazı tura ile evlenmek gibi bir şeydir aslında... Özhan Canaydın, G.Saray 'ın ve Türk sporunun saygın isimlerinden biridir... Konuşurken ve karşısında dururken, ona saygı göstermek zorunda hissedersiniz kendinizi... Onun ilk yanlışı, G.Saray'ı yokluklar içinde ve elindeki bir avuç yedekle, F.Bahçe gibi, milyon dolarları har vurup harman savuran, Beşiktaş gibi, Daum'la yeniden hayat bulmaya çalışan iki ezeli rakip karşısında, takımı şampiyon yapmış bir hocaya "Kapıyı dışarıdan kapatınız" tek şartını ileri sürmesidir... Lucescu, Türkiye'ye gelmiş en beyefendi, en kültürlü, sporu en iyi bilen, babacan bir hocadır... Lucescu, kendisini şampiyon çocuklarından ve camiadan ayıran Canaydın'ın, seçim yatırım giyotini altında kellesini istemesine bile, alacaklarının yazılı olduğu çeki yırtarak cevap verirken, Türk sporseverinin gönlünde taht kurmasını bilmiştir... Bu olaya bile sessiz kalan, Canaydın'ı "En doğru karar veren" adam olarak ilân edenlerin çokluğu, hiç de yabana atılamazdı... Basın, Terim'i getirmek uğruna, şampiyon hocaya yol gösteren bir başkanı "Bekleyelim ve görelim" mantığı içinde fazla bombardımana tutmamıştı... Ama Canaydın'ın "Bomba transfer" sözleri, Terim'le şampiyonluk ve "Dünya takımı" hayâlleri, ne yazık ki suya düşmüştü... 'Türk spor tarihi'nde yenilen 6 golü alkışladığı için "Fair play" ödülüne tek aday gösterilen bir başkan... Bırakın, insanların eziyet çekerek gittikleri bir staddaki her şeyin mükemmel yürümediğini... Bırakın, bomba transferlerin peşi sıra gelmediğini... Bırakın, hocasıyla ters düşüp, ailece ağzına gelenleri söyleyen bir futbolcunun tekrar geri getirilmesini... En son bir ayıbı var ki, kendisine hiç yakışmadı... TSYD'nin 40. kuruluş yıldönümünde şeref konuğu olarak davet edilen, gelişinde keman virtüözlerinin müziğiyle karşılanan bir başkan, tören daha başlamadan, sudan, komik bir sebeple, geceyi terketti... Neymiş efendim, Ali Şen'le aynı masaya oturmazmış... O Canaydın, beraber oturmayı istemediği Ali Şen kadar, keşke Türk futboluna hizmet edebilse, keşke onun kadar mücadele verebilse, keşke, basının kalbini onun kadar fethedebilse... En mutlu günümüzde, en basit sebeple, peşine Ali Dürüst ve de F.Bahçeli yönetici Murat Özaydınlı'yı da takıp, TSYD'nin gecesine limon sıkmak Canaydın'a hiç yakışmadı... Onun bu tavrına da, yine alkış gelecektir... Kimden mi? Yenilen 6 golde de, G.Saraylı'nın yüreği sızlarken elini sıktığı, ligin başladığı gün gazetelere "100 bin kişiyle yürürüm" gözdağını veren Aziz Yıldırım'dan tabii... Türk futbolu, nasıl dar çerçeve içinde ve nasıl mantıkla yol alıyor, bir bakın.... Üzülmemek elde değil...