Gençlikte, günler kısa, yıllar uzun; yaşlılıkta ise günler uzun, yıllar kısadır... İki dönemin de kıymetini bilmedikten sonra, yaşamak neye yarar ki... Sevdanın başımızı döndürdüğü gençlik çağından aklımızda kalanlarla, tabii ki bu günlerde hep hava atamayız... Mühim olan, ilerleyen yaşlarda, yılların kısalığına rağmen, günlerin uzunluğundan yeterince faydalanmasını bilelim... Ve bir de, Hazreti Mevlana'ya kulak verelim: "Dünle beraber gitti, düne ait ne varsa..." *** Son haftalarda, yine medyada bir savaş başladı... 2. Dünya Savaşı'ndaki sudan bir sebep gibi, canı sıkılan bazı spor yazarları ve yorumcuları, ister istemez Hakan Şükür konusunda, benzine kibrit çakarcasına başlattıkları ateşin ortasına, bizleri de çekmeyi başardı... Türk futboluna hep iyi yönleriyle damgasını vurmuş biri için, şimdi "Gözümüz, karnımız doydu" nankörlüğüyle baş çevirmek, gündemden düşürmek yakışmıyor hiç kimseye... Hakan Şükür, milli forma ile inanılmaz gollerin altına imza atan biri olarak, büyük rahatsızlık ve üzüntü duyduğu bu durumda, karşımıza geçmiş bizi seyrediyor şimdi... "Beni asıp, mezarlığa gönderirken, cenaze törenime kimler katılıyor" dercesine yaralı şimdi... Sanki alternatif üretmekte ustayız da, Hakan Şükür'ün formasını elimizin altındakilere giydirmekte, seçim zorluğu çekiyoruz! Hakan'ı, kıyma makinesinde çekerken, yiyeceği köftelerin iştahıyla ağzı sulananlar, bilmiyorlar ki, kuru ekmeğe talim edecekler sofrada... *** Kim hangi devirde, Milli Takım formasına yapışıp kaldı ki? Hakan gibi futbolun hep zirvelerinde gezinmiş, tüm takımların peşinde koştuğu bir isim, istenmediği yerde zaten durmaz... Ama ona daha ihtiyaç varken "Yeter artık git" demek, vicdanlarla da bağdaşamaz... Ersun Yanal öncesi, milli cephede asla olmayan bu düşünce tarzı, nedense genç hocanın görev almasıyla yeni bir çirkin ivme kazandı... Sanki birileri, söylemek isteyip yapamadığı operasyonları, tutulmuş cellâtlarla infaz ettirmek için platform hazırlıyor... Sazan balığı gibi, kepçeye dalan bazı arkadaşlarımız, gündem oluşturmak, adından iyi veya kötü bahsettirebilmek için gönüllü "Fırsat Donkişotluğuna" soyunarak, bir yıldızın dünyasını allak bullak etmek için çırpınıyor... 2006 Avrupa Futbol Şampiyonası Finalleri için, yeni bir kimlikle yola çıkmak isteyen, operasyonlarını yapma cesaretini entrikalarla halletmeye çalışanlar, ilk kurban olarak Hakan Şükür'ü seçerken, baltayı taşa vurduklarının farkına varmış değiller... Çünkü bu ülke, ne kadar kızsa da, Hakan Şükür'den "birileri istedi" diye vazgeçemez... Vazgeçme inadını sürdürürse de, bazen "kendi kellesini verenler safına" katılacaklarını iyi hesap etmelidir bu gibiler... *** Bu ülkede, attıklarıyla coşturan, kaçırdıklarıyla saç baş yolduran Hakan Şükür, 33 yaşın vızıltı geldiği en verimli çağında, hırsla doluyken, profesyonelliğine şapka çıkarmak gerekirken, yok edilme kampanyasının içine, birilerinin talimatıyla çekiliyorsa, çok yazık... O iki ayağını yere sağlam basıyorken, alternatif aramak, komik bahanelerle taktik kurbanı yapmak, sakatlığı varmış gibi gözden çıkarmak, kimselere yakışmayan "üçkağıtçılık" tarzıdır... Hakan için bu ülkede iddia edildiği gibi "kaybedilen yıldız" olmamıştır... O formayı haketmek için, Hakan gibi olamayanların vebali, şimdi tüm yaptıkları unutulup harcanmak istenen birisine yüklenemez... Tabii ki; kimse "geçmişindeki başarılarla" bugün Milli Takım'da yer almıyor... Eğer bugün, hâlâ formsuz Rüştü'den bile kolay vazgeçilmiyorsa, formda bir Hakan Şükür'den vazgeçmeyi düşünmek bir futbol ihanetidir... Ahkâm keserken, nefes borusunu kesip, sonra da rahmetlinin musalla taşındaki tabutu başında, imamın sorduğu soruya "İyi bilirdik" demek, vicdanlarla bağdaşmayacak bir cevap şeklidir... *** "Mezarlıklar, kendini vazgeçilmez zannedenlerle doludur" diye Hakan'a "Çekil artık" komutunu kendinde gören sevgili arkadaşımız Kâzım Kanat'a şimdi biz de "Bırak artık kalemini" desek doğru kaçar mı? Eğer, Hakan bugün hâlâ daha gollerini sıralıyorsa, formdaysa, formayı anasının ak sütü gibi hak ediyorsa, Kâzım'ın da, eli kalem tuttuğu müddetçe yazması bizlere mutluluk verir... Hakan'a "Sen artık Milli Takım'da değil, kendi takımında oyna" demenin, Kâzım'a "Gazeteciliği bırak, TSYD'ye git, bundan böyle okey oyna" demekten ne farkı var? Hakan'a "Genç futbolcuların önünü tıkama" demenin, Kâzım'a "Yeter artık saçmalıyorsun, bu kadar genç gazeteci sırada beklerken, spor yazarlığına nokta koy, arkandan gelenlerin önünü aç" demenin ne farkı var? Ama öyle, ama böyle... Bu ülke, Kâzım Kanat'ın "Bırak artık yeter" demesiyle, Hakan Şükür'den vazgeçmez... Ersun Yanal'ın kadro keskisine girmeyecek, sokulmayacak, dokundurulmayacak tek adam Hakan Şükür'dür... İşte meydan... Denemesi bedava... Ama sonradan "Yandım Allah" diye kimse sızlanmasın... Sonra kimse; devekuşu gibi "Yüke gelince kuşum, uçmaya gelince deveyim" demesin...