Türkiye'de, en zor işlerden bir tanesi, şüphesiz maça gitme dürtüsünün, sizi ayaklandırmasıdır... Çünkü ha bölücü örgütle savaşa gitmişsiniz, ha İnönü, Saracoğlu veya Ali Sami Yen'e maça... Ne farkı var? İkisinde de, eve dönmek, şansa kalmış değil mi? İkisinde de temelinde, kan, sakat kalma, belki de hayatını kaybetme yatmıyor mu? İşi bu noktalara getirenler, hâlâ daha, kenardan kıs kıs gülerek bu manzarayı izlerken, sadece kendi saltanatlarını düşünmüyorlar mı? Maalesef Türkiye'de maç dendi mi bunlar gelmiyor mu akla? *** Önce sabah maça gideceğinizi söylediğinizde, ev halkı bir ayaklanıyor... "Yapma, etme, bizi yalnız bırakma" gibi aile efradının feryatları çınlatıyor etrafı... Eğer maça gidecek evin en küçük delikanlısı ise, annesi daha bir feryat çılgınlığı içinde kendisini yerlere atıyor: "Oğlum daha sana doyamadım... Gençliğine acı; bize acı" Sonunda yakarışlar boşuna tabii... Ve maç ekibi, arkalarından dualar okunarak uğurlanıyor statlara doğru... Gözyaşı sel oluyor... Tek parça gönderdiklerinin, çok parçalı eve getirilişi düşüncesi ürkütüyor, kemiriyor insanları... Eski hatıralar, mutlu günler, gelecek hayalleri bir film şeridi gibi geçiyor gözlerinin önünden... *** Tarih arşivlerini şöyle bir karıştırdığımızda, Taksim Stadı'ndaki o müthiş manzaranın büyüsüne hayran kalıyoruz... İzleyiciler, bir baloya gidişin heyecanı içinde, en şık kıyafetleri ile sahanın hemen yan çizgilerine konulan sandalyelerin üzerinde oturuyor... Bayanlar şıklık yarışında... Erkekler fötr şapkaları ve kravatlı, takım elbiseleri ile bayanlara nazire yaparcasına havalı... Küfür yok, atışma yok, kavga yok... Sadece "Nasılsınız hanımefendi, nasılsınız beyefendi" hatır sormaları ve maç başlamadan "başarı" dilekleri, konuşmalarının nazikliği sarıyor etrafı... Ve maç bitiminde de aynı tevazu ile kutlama, saygılarını sunma: "Tekrar görüşmek üzere efendim." Bu manzaraları gördü Türkiye... Bu manzaraları, işgal günlerinde bile en mutlu, en kaliteli şekilde yaşadı Türkiye... *** Ve geliyoruz şimdiki zamana... Manzaraya bakın... Sokak aralarında başlayıp, caddelere taşan taşlı sopalı kovalamacalar... Kafa göz yarmacalar... Bayanların bile başında şişe kırmacalar... Ev, iş, araba camlarının yerle bir edi-lişleri... Molotof kokteyller, beyzbol sopaları ile kemik ayırmalar... Sahada hakemin başını, futbolcunun gözünü çıkarmacalar... Bunlar güzel ülkemizden her hafta sonu gördüğümüz maç görüntüleri... Konuştuklarımız, futbol üzerine değil, kan ve kin üzerine kurulmuş senaryo her zaman... Biz maça gidişi, savaşa gitmekle eş değer gören bir millet olup çıkmadık mı? Sporu spor gibi algılayamayan bir toplumun, medeniyetten yana notu geçer olabilir mi? Eğitim bunun için şart işte... Hem de, eğitimin babası şart... İçinde kan, öfke, kafa göz yarma, kemik çıtırdatma, küfür ve taşkınlığın olduğu sporun, asla spor olmayacağı gerçeğini kabullendiğimizde, bu Türkiye'de çok geç kalınmış olmayacak mı? Güneş balçıkla sıvanmaz ama galiba futbolumuz, çoktan kan ile sıvandı bile... Arda asla masum değil Bir, iki değil, 9 yıl geçmiş aradan... Her defasında F.Bahçe; Saracoğlu'nda, G.Saray'ın boynunu bükük bırakmış... Ve 10. yılda, acaba bir değişiklik olur "F.Bahçe'nin yeni beklentisi kursağında kalır mı" diye düşünenler, bir defa daha yanıldılar... Çünkü onları yanıltan, Rijkaard'ın "ezeli rakip" konusundaki bilinçsizliği değil; futbolu sadece adam gibi oynamak için sahaya dizdiği kadro değil; bazı maçların çok özel konumu nedeniyle havasını koklayamaması hiç değildi... G.Saray'ı bu defa yıkan adam Arda'dır... Hani kendisine, çocuk yaşta kaptanlık apoletini takıp "Bu maçı Arda alacaktır" diye gaz verilen Arda... Ona, haddinden fazla güvenen başkanı, erken yaşta "babacan" yapmacık tavır kostümleri giydirenler suç ortağıdır Arda'nın... Daha düne kadar minibüsle geldiği antrenman sahasına, herkesin hayranlıkla baktığı son model arabasının içine oturtanlar suç ortağıdır Arda'nın... İnternet sitelerine düşen görüntüleri, gece alemindeki takıntıları ve rakiplerinin başını döndüren çalımlarına, böyle alemlerde pranga vuranlar suç ortağıdır Arda'nın... Kaptanlığın, bir silsile takip etmesi gerektiği gerçeğine rağmen, kolundan pazubandı çıkarılanlar; kaptanlığın kendilerine verilmesi gerekirken, sesini çıkaramayanlar ve maaşının misli misli arttırılması karşısında, sessiz kalmayı tercih edenler suç ortağıdır Arda'nın... Bir çocuğu şımartmak ve kaybetmek için böylesine komplo teorileri üreterek çiğ çiğ yedik adeta... Don Kişot gibi, her hareket eden nesneye saldırttık bu futbol filizini... Ve sonra da, fidanın dallanmasını, budaklanmasını göremeden, yaprak dökmesine seyirci kaldık... Hepimize hayırlı olsun! Kutlama Kürsüsü 1- Elinde Güiza ve Semih gibi iki golcüsü varken, Kazım'ı tek forvet G.Saray defansının üstüne salan ve başarılı olan, Daum... 2- Derbideki ofsayt gol, haksız penaltıya rağmen, Türkiye şartlarını düşünüp bir hakem gibi değil, polis gibi davranarak karşılaşmayı oynatan ve Federasyon'u kurtaran Bünyamin Gezer... 3- Eskişehir önünde "Şans golü" ile 3 puan kazanan Beşiktaş'a "ara gazı" vererek "Beşiktaş geliyor" diye anons yapan Mustafa Denizli...