Taa uzaktaki köy!

A -
A +

Beşiktaş-Bursaspor karşılaşması sonrası, gazete ve televizyonlarda karşımıza tokat gibi çıkan görüntüler, futbolun önüne geçen ve onu çembere alan çirkinliklerdi... Yerde kanlar içinde yatanlar, kafasını hedef tahtası gibi görüp nişanlananların feryatları, biber gazından nasiplerini alanlar, çoluk çocuklar, sanki bir yanardağ lavının akıntılarında kalmışçasına, sağa sola koşuşanlar, futbol sevgisini törpüleyen manzaraların (!) birer figürleriydi sanki... Peki, ne yapılmak isteniyor? İçinde kan olan futbol spor mudur ki? İçinde korku, şiddet barındıran bir sporun, spor kılığında kalması mümkün müdür? Taraftarlık duygularına pranga vurmak, maça gelenleri, askere alınmış birer acemi er gibi komutasında görmek isteyenlerin, oyuncağı mıdır futbol? Yıllardan beri "Ha çıktı, ha çıkacak" diye papatya falı açtığımız, sonunda baktı ki olmuyor, beceremiyorlar, Başbakan'ın bizzat el koyduğu "Sporda Şiddeti Önleme Yasası" neden bu kadar bekletti kendini? Bu gecikmenin, tribün liderlerini ve onun "kayıtsı şartsız" yardımcılarını cesaretlendirmesi, futbol sahalarını, onu sadece spor olarak algılayıp, koşmak isteyenleri küstürmek ve kaçırmaktan başka neye yaradı ki? Eskiden bayrak, kaşkol dışında, ele bir şey alınmadan gelinen o statlara, şimdi, döner, maket bıçağı; komando çakısı, tornavida, taş ve şimşir sopalar eşliğinde gelmeyi marifet sayanların istilasını püskürtmek için, zaman çok dar... Ligde takımları olan şehirleri, birbirine düşürmek isteyen; buram buram menfaat kokan düşünce sahiplerinin; bir delinin kuyuya taş atıp, onu binlerce akıllının çıkaramayacağı görüntüsünden zevk alanlardan farkı var mıdır? Bunların, spordan elini çekmeleri çok zor... Çünkü işin içinde büyük "rant" bulunan, mektep medrese görmeden, ülke yönetir gibi kendilerini en üstte görenlerin kanlı ellerinden, şu sporumuzu kurtarmanın mutlaka bir yolu olmalı... Bunun için, yönetimlerde bulunanların, saltanatlarını fazla düşünmeden, dillerini kısıp, kışkırtıcı beyanatlardan kurtararak adam gibi sporu yönetmesi gerekir... Yoksa uzakta bir köy değil, şiddetin duvar ördüğü, korkunun bayrak diktiği, kana susayan, tribün teröristlerinin şatafatlı sarayları var... Seyrantepe perdesi Şimdiye kadar, ne gördük, ne duyduk... Bir kulüp başkanı, kötü giden lig maratonunda "Gel bizi düzlüğe çıkar" dediği bir teknik adama, 4 maç sonra "Gerekirse hemen gönderirim" diyecek... Yok böyle bir şey... Rijkaard'a uzun vadede tahammül edemeyen G.Saray Başkanı Adnan Polat, tribünlerin ve muhaliflerin büyük baskısı sonucu, Hollandalı hocayla vedalaşıp Hagi ile anlaştığında, kimsenin fazla bir beklentisi yoktu zaten... Maksat, bu sezonun iyi, kötü kurtarılmasıydı... Ama Hagi ile Adnan Sezgin'i aynı kefeye koyup, başarısızlık anında "Gözlerinin yaşına bakmam" demesi acele ve düşünülmeden söylenmiş talihsiz ifadelerdi... Hagi'yi kim getirdi? Başkan Adnan Polat... Peki 4 maçta "Göndermekten" bahseden kim? Adnan Polat... Bu nasıl kulüp yönetmektir, anlayamadık... Suçlu hep gelen... Getiren, istediği kadar yanılsın, istediği kadar kötü gidişte pay sahibi olsun, suçlular sınıfından hep ayrılıyor... Demek ki, kelle istendiğinde gözünü kırpmadan veren yönetim, kendilerine göre iyi yönetimdir... Ahh Seyrantepe hayali ahh... Bu yönetimin gözünü, başka gerçekleri görmez hale getirdi... Seyrantepe'yle birlikte, G.Saray'da dertler ve sıkıntılar da yükseliyor ağır ağır... İki kaptan Arda, 12 haftadan beri takımını yalnız bırakmıyor... Ama nerede? Tribünde... Bir futbolcu; daha ötesi, G.Saray'ın kaptanı; daha da ötesi futbol tarihimizde sakatlığının sürdüğü sürede, yıllık alacağı ikiye katlanan (3 milyon 200 bin euro) ve de gündemden hiç düşmeyen isim... Bir amigo kadar heyecanlı... Takım gol kaçırıyor, Arda havalarda... Gol yiyor, Arda üzüntüden kahroluyor, neredeyse başını tribün koltuklarının arasına sokacak... En azından oynamamanın kahrolmuşluğuyla, G.Saray'ı seyirci olarak yaşıyor dışarıda... Ve bir de saha içinde başka bir kaptan var... Ayhan... Önüne gelene fırça, azar... Önce Hakan Balta'yı çıldırttı, neredeyse tekme tokat gireceklerdi birbirlerine... Bir maç sonra da Pino... "Neden gol kaçırıyorsun" diye o da nasibini aldı Ayhan'dan... G.Saray'da gücü gücünün yettiğine saldırıyor... Sarı-kırmızılı takımda çok şeye ihtiyaç var ama öncelikle de bir kaptana... Çünkü birisi tribünde şovmenlik, diğeri sahada fırçacılık (!) yapıyor... Alem adam Erman Toroğlu'nun bize enjekte ettiği "Asarım, keserim" diye başlayan, hakemleri yerin dibine sokan eleştirileri sonrası Markus Merk'e alışmamız bir hayli zor olacağa benziyor... Çünkü Markus, sanki "İyilik meleği" gibi... Açık seçik penaltıya bile, iki tarafı da üzmeyecek, sevindirmeyecek gibisinden kelimeler kullanıp, kimseyi darıltmama adına "Futbol Oyun Kurallarını" pamuk gibi yumuşatıyor Markus Merk... Şansal Büyüka'nın; Toroğlu'nun her parlayışında "Aman hocam" diye endişesini dile getirirken, şimdi Markus'un "şeker dağıtır" gibi sözleriyle ağzı, yüreği tatlanıyor... Mustafa Denizli bile, bazen sabrediyor, bazen de "Ama Markus, bunun faulle ilgisi yok" gibisinden ters düşüyor ünlü hakem hocasına... Ama bizim büyüklerimizin de bir lafı vardır hani: "Merhametten maraz doğar..." Ligin kritik haftalarına gelindiğinde Markus'un bu yumuşak yorumları, sert tepkilerin de odağı olacaktır... Bilinmiş ola... NOT: Yeni görevimiz nedeniyle, bizleri; telefon, mail, faks yağmuruna tutarak kutlayan; çiçekleriyle gönlümüzde bir defa daha taht kuran dostlarımıza, teşekkürü borç biliriz. N.A.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.