Gazetelerde bir ilân... Sevimli bir dana, karşısında boynu bükük duran "kuş gribi mağduru" tavuğa teselli veriyor: "Sabret kuşum! Bana da bir zamanlar deli diyorlardı" Yolu, öyle veya böyle midemize giden iki canlının bu yürekten dayanışması, sonları ne olursa olsun, insanı utandıracak bir kucaklaşmadır... Siyasilerin, mecliste bile yaka paça birbirine yapıştıkları, ayaklarının altına sabun attıkları ve de, örnek alınacakları hiçbir şeylerinin olmadığı günümüzde, bir dana ve bir tavuk ders veriyor bize... *** Ünlü Divan Şairi Bâki'ye sormuşlar: "Kaç çeşit dost vardır" diye... Bâki cevap vermiş: "Bir dost vardır, gıda gibidir... Sen onu her gün ararsın... Bir dost vardır, ilaç gibidir... Sen onu gereğinde ararsın... Ve bir dost vardır, hastalık gibidir... O seni her gün arar... " Dostlukların pamuk ipliğine bağlı olduğu günümüzde kolkola, omuz omuza fotoğraf karelerinin içine sığan ama en kısa zamanda kopup, birbirlerine sırtlarını dönenlerin örnek alınacak ne yanları var ? Bugün, en ağır eleştirileri, hakaretleri, hâttâ, aşağıladığı bir patronun yanına gidip medyanın en üst yöneticisi olanları görünce, hangi dostluktan, hangi vefadan bahsedebiliriz ki ? Medyası böyle, siyasetçisi böyle, işadamı böyle, komşusu böyle... Kalleşliğin hangi köşede saklandığını bilmeden, koyulmuşuz yola, gidiyoruz sağa sola... *** Futbol federasyonu seçimlerinde de en canlı örneklerini gördüğümüz "dönekliğin" insanları ne hallere düşürdüğüne bir defa daha şahit olduk... Bir gecede değil, bir saatte, rüzgarın yönünü değiştirdiği insanların, Türk futbolunda söz sahibi olması ne kadar acı... "Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" demiş atalarımız... Şimdi Haluk Ulusoy, atalarına mı gidip sorsun ? O bilmiyor mu, kim dost, kim düşman... Ulusoy'un, iktidar sahnesinde dostu kalmadı... Onun artık; hakkında suç duyurusunda bulunarak adalete havale eden bakanla el sıkışması mümkün değil... 7,5 sene beraber çalıştığı yönetici arkadaşları bile, aralarındaki dostlukları gözden geçiriyor... Ulusoy, şimdi yalnız adam... Ve o eski günleri mumla arıyor artık... İsviçre maçı öncesi ve sonrası için FİFA'nın açtığı çok geniş soruşturmanın bedeli, birkaç gün içinde belli olacak... "Benim adımın baş harfleri bile suç dosyasında yok" diyen Fatih Terim, belli ki cezadan kurtulacak... Ama bu cezadan kurtulma, sadece kağıt üzerinde; oysa, vicdani açıdan Terim nasıl beraat edecek, işte bütün mesele burada... Tabii ki Terim, havalimanındaki "yumurtalı saldırıyı yapın" demedi... Tabii ki sahadaki futbolcusuna, rakibe "tekmeyi bas" demedi... Tabii ki maç bitiminde oyuncularına "Ordular ilk hedefiniz, kalça, böğür, kafa" işaretini vermedi... Ve tabii ki bunları işaret etmeyen teknik direktöre ne ceza verebilirsiniz ki ? Madem ki Terim "Benim adımın baş harfleri bile FİFA dosyasında yok" diyor, o halde biz de ona inanmak zorundayız... Varsın, kıvılcımı çakanlar başkası olsun... Varsın "Bu işin İstanbul'u var" diye başkaları bir şeyleri işaret etmiş olsun... Varsın Terim değil, başkaları suçlu olsun... Varsın, vatan sağ olsun... *** Fatih Terim, bugün tartışılır hale gelmişse, bunun altında şüphesiz, İsviçre maçının hatırası vardır... O UEFA Kupası'nı kazanmış hoca; o, milli takımın başında tek geçilecek hoca için bugün artık "Gitsin- kalsın" diye papatya falı açılmaktadır... Neden ? Çünkü bazı dostlukları zedelenmiş, bazı kırdığı kalpler yaralanmıştır... O tartışılmaz teknik direktör bugün; karşısına dikilen zorluklar yüzünden, harcanmanın eşiğinde... Başına bir menajer, kadrolarında daralma, maaşında azalma gündemdedir... Bu Fatih Terim, o Fatih Terim değildir artık... Terim'in FİFA'dan ceza almayacak olması, onun bizim gönlümüzde kesilen cezadan kurtulacağı anlamını taşımaz... "Benim parayla pulla işim olmaz" diyen Terim'den beklediğimiz, önce gönlümüzde tur atlamasıdır... Çünkü, dost kazanmak, düşman kazanmaktan daha zordur... Tarihteki, tüm başarıların altında, her zaman, dayanışma ve dostluğun, birlikte imzası vardır...