Bir, iki, üç yetmez... Dört, beş... Olsun... Dileriz gerçek olsun... Sporla yatıp, sporla kalkan bir ülkenin, en büyük gurur kaynaklarından birisi olan olimpiyatlar için, bitmeyen ısrarlarımızla şimdi de 2020'yi hedefe koyduk... Üstelik bu işi herkesten fazla isteyen Başbakanımızın önderliğinde... Yapacağımıza inancımız tam mı, bunu tam kestiremesek bile, yine de, her zorluğun altından kalkacak kadar da hırsımızın olduğunu biliyoruz... Tesis konusunda bir endişemiz yok... Elimizde olanlarla, yapılacakların tüm ihtiyaçları ve kriterleri karşılayacağına eminiz... Zaten bu devirde tesis yapmak nedir ki? Sorun tesis değil zaten... Sorun, ulaşım... İstanbul'da evden çıkarken, karabasanlar sarıyor etrafımızı... Mehter takımı gibi giden arabalar, otobanda su, tane muz, elma, telefon şarj cihazı, koz helva, hıyar satan, Anadolu'dan "İstanbul'un taşı toprağı altındır" diye koşup gelenlerin istilasında, git bakalım gidebileceğin yere sıkıysa... Randevu saati verilemeyen yolculukların, önümüzde uzun bir zaman olmasına rağmen, halledilmesi o kadar da kolay değil... *** Öncelikle metro taşımacılığının yaygınlaştırılacağını biliyoruz... Nitekim gördüğümüz ve yapımı devam eden ulaşım imkânlarının zenginleştirilmesi konusunda, en ufak bir endişemiz yok... Ama o minibüsler, o halk otobüsleri, bunları nasıl adam edeceğiz? Durak bilmeyen anlayışları, yolun ortasında kafalarına göre indirip, bindirme yapanlar; trafiğin anasını ağlatanlar nasıl eğitilecek? 15 kişilik bir araca 30 kişiyi sığdırmayı marifet sayıp, hâlâ daha gözü doymadan, keklik avlar gibi "yolcu avcılığı" taslayan kafaları nasıl değiştireceğiz? Biliyorsunuz ki; olimpiyatlara talip olmak, tesis yapmakla bitmiyor... İnceleme heyetleri, bizim haberimiz bile olmadan, gelip olimpiyata talip olan şehirleri kendi kriterleri gereği gizlice defalarca inceliyor... Bizim bundan önceki olimpiyatları kaybetmemizin en büyü sebebi de, bu gizli incelemelerde sınıf geçemememizdir... Zaman uzun... Ama yarın bu olimpiyatlara hazırmışız gibi, yaşamımızı düzenlemeliyiz... 2020'yi alırsak, en büyük pay sahibi, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş olacaktır... Ama ya yine ıskalarsak? İşte o zaman, gözümüz aynı kişinin üzerinde başka türlü odaklanacaktır... Sınır tanımayan yanlışlık Türkiye Futbol Federasyonu, sanki çok büyük marifetmiş gibi, ilk icraat olarak, yabancı konusuna el attı... Ve kararını açıkladı: "Sınırsız yabancı!" Dünyada saha içine değil, tribüne transfer yapan tek ülke olarak Quniness Rekorlar Kitabı'na girmeyi de başardık... "İster 5 tane, ister 25 tane... O da yetmez bir tribün dolusu al kardeşim al" Afrika'dan topla istersen... Somali'de açlık çekenler arasında 7 sülalesinin karnını doyuracak bir iki kişi nasıl olsa bulursun... Onları da al... Yeter ki, yabancı iştahı kabaranların doyumsuzlukları fakir kalmasın... Böyle bir saçmalığa imza atmak, bir federasyon için, tarihi ayıplardan biri olarak hep karşımızda duracaktır... Bir müddet sonra "Dilediğin kadar al" dediği yabancı kontenjanına, daha sonra gelecek başka bir federasyon "Hayır" diyerek "5-6 yabancı kotası" koyarsa, ne olacak o kulüplerin hali? Tazminatlar nasıl ödenecek? Bugün bile en kaliteli isimleri kontenjansızlık yüzünden elden çıkaramayanlar, gelecekte nasıl beceri sahibi olacak? Alt yapıları hiçe sayan, milli takımı hiç düşünmeyen, kendi öz evladına sahip çıkmayan bir anlayışın kol gezdiği Türk futbolunu yönetenler, kefaretini ödeyemeyecekleri bir yanlışlığın mimarı olmuşlardır... Bu federasyon, Türk futbolunu ve geleceğini değil, yanlış ve hovarda transferlerle, yabancı kontenjanına takılan bir iki kulübümüzün yönetimlerini kurtarma adına tarihi yanılgıya imza atmıştır... Ne diyelim; Allah kendilerini affetsin... Bernie'nin kaprisi! Oysa her şey 7 yıl önce ne güzel ve gurur verici şekilde başlamıştı... Formula 1 Grand Prix'sinin Türkiye'de olması, öyle yabana atılacak bir iş değildi... Kim ön ayak olmuşsa Allah bin defa razı olsun... Bizim pistimizin bir özelliği de vardı üstelik... Diğer pistlerin aksine, saat yönünün tersine seyir için tasarlanmıştı... 7 yıldan beri o tribünleri "Beleş Tepe" dışında dolduramasak da, Formula1 heyecanını doya doya yaşadık yine de... Felipe Massa, Ferrari ile 3 yarış kazandı İstanbul Park'ta... Kimi Raikkonen, Jenson Button, Lewis Hamilton ve Sebastian Vettel damalı bayrağı ilk gören isimler oldu... Kimler geldi, kimler geçti... Bugün Formula 1'e ev sahipliği yapmamız elimizden alındı... Alan da, ticari hakları elinde bulunduran Bernie Ecclestone isminde bir "kır saçlı" adam... Her sene, 13,5 milyon dolar yarış bedeli ödediğimiz Formula 1 için, şimdi 26 milyon dolar istediği için elimizden uçtu bu müthiş organizasyon... Veremedik değil, vermedik bu parayı kendisine... "Değmez" dedik... Oysa Formula 1, bir ülke tanıtımında en önemli silahımızdı... 300 milyon dolara mal olan pistimiz ve senede verdiğimiz 13,5 milyon dolar, toplam 1 milyar 500 milyon liralık Erzurum ve Trabzon Oyunlarının izlenmesinden kat ve kat daha fazla ses getiren bir güzellikti... Bu ülke Ecclostone'nun kaprislerine keşke "kabul" diyebilseydi... Kaybetmez, çok şey kazanırdık...