F.Bahçe'nin Ortega'lı, Washington'lu yeni kadrosu seyircisi le buluştu... Olimpiyat Stadı'nı dolduran 79 bin seyircinin aksine, Şükrü Saracoğlu'nun tribünleri, nedense seyrek diş gibi kaldı... Taraftar, büyük ilgi değil, standart bir ilgi gösterirken, sanki bir şeyleri protesto eder gibiydi... O güzelim gecenin, çirkin yanı ise tribünlerdeki kavga ve akan kan oldu... Kafası gözü patlayanlar, delirmişçesine önüne gelene saldıranlar, tuhaf pankartlar, bayraklar, bizlere bir şeyleri şimdiden anlatır gibiydi... Bu kavganın altında öyle az - buz şey yatmıyor... Bu kavga, geleceğin birileri tarafından ipotek altına alınmak istendiğinin açık ilânıdır aslında... Yıllar önce Dereağzı tesislerinde bir gurup amigo tarafından dövülen, arabası tahrip edilen Rüştü, o gün - bugün susuyor... İşte o susma, bugünlerde temeli atılan, tüzüğü yazılan, korku, dehşet ve kavgayı peşinden getiren bir topluluğun hegemonyasını ilân etmesine vesile olmuştur... Kimdir bunlar ? Belli ki, çok yetkili ve etkili kişilerden yüz bulan insanlardır... Biletleri ellerine bedavadan tomarla sunulan, deplasman masrafları çekilen, yiyecek ve içecek iaşeleri temin edilen insanlardır... Bunların altlarında son model arabalar, üstlerinde Lacoste, Tommy Hilfiger ünlü gibi markalar vardır... Bayraklarında kopmuş kanlı kafalar, eli kılıçlı korsanlar tarafından tutulmaktadır... Bu gurubun elemanları "Genç F.Bahçeliler" diye kendilerini sözde sempatik göstermektedir... Kale arkasında adeta bir korku tüneli oluşturarak, rakip kalecileri tedirgin edip, takımlarına fayda sağlayacaklarına inanmaktadır... Bu grup, Kızılyıldız maçında az da olsa dişlerini gösterdi... Bizzat şahit olduğumuz olaylar, polislerin gelmesinden önce başladı... Önce kendi aralarında hesaplaşamadıkları bir sorun yüzünden yumruklaştılar... Ve dalga dalga büyüyen itiş kakışlar, koca bir tribünü bir anda sarıverdi... Polis daha sonra gelip, olayları yatıştırmak istedi... Tabii bu arada polise de yönelen hareketlere, polis de kayıtsız kalamadı... "Vuran vurana" sahne işte bu andan itibaren başladı... Başkan Aziz Yıldırım ve yöneticiler bir hışımla geldikleri tribünde "Genç F.Bahçeliler"i koruma adına bazı yanlışlıklar yaptı... Polisle itiş kakışlar, ağız dalaşları, hararetli tartışma... Ve sonunda "Al şu adamlarını, çıkın gidin buradan" diye Hasan Özdemir'e son ültimatom... Tribünler "Polis dışarı" diye coşarken, o kavgacı grup zafer naraları atmaya başladı... Çünkü, her zaman buldukları yüzü, bu defa da bulmuşlardı... Bakınız Aziz Yıldırım "Sahamızın içinde polis istemiyoruz" diye isyan başlatarak, taraftara sözde sevimli gözükmeye çalışıyor... Bunun tehlike boyutlarını düşünebiliyor musunuz ? Şükrü Saracoğlu Stadı'na gelmiş bir rakip takımın kalesi, 5 metre arkalarındaki, bayraklarında kesilmiş kafalar, kanlı kılıçlar olan gurubun baskısından polissiz nasıl korunacak ? Manevi ve fiili baskı altında tutulan bir kaleci, nasıl oyuna konsantre olacak ? Maç bittiğinde rakip kaleciye 90 dakika korkulu rüya yaşatanlar sevinç naraları atıp "Zafer bizimdir" demeyecekler mi ? Ve sonunda daha fazla yüz bulup, daha fazla istemeyecekler mi ? Hiç bir takım, polis olmadan Şükrü Saracoğlu Stadı'na adım atmaz, bu böyle biline... Ve kimse birilerinin taşkınlıklarıyla rakibi alaşağı etmeye kalkışmamalı... Aksi takdirde, bunun adına ne spor denir, ne de yarış... Spor sahaları, temiz insanlarla doldurulmayacağı müddetçe "Kanı, şerbet gibi gösterenlerle" bir yere varılamaz... O halde, spor yazarları görev başına... Yazılarında amigoluk değil, tarafsızlık ilkeleri galip gelmeli... Görüpte, görmemezliğe gelenlerin aramızda yeri yok... Onlar, amigoluklarını yaptıkları taraftarın arasına lütfen...