Şu Hülya Avşar - Gülben Ergen olmasaydı... Şu İbrahim Tatlıses - Mahsun Kırmızıgül olmasaydı... Şu Deniz Akkaya ve manken dünyası olmasaydı... Biz ne yapardık yaa... Gecelerimiz ekran başında nasıl geçerdi? Magazin sayfalarımız nasıl dolardı? Onlar olmasa, biz ne yapardık yaa... Nez gibi titreyikle, Arto gibi patlakla yatıp kalkmasaydık, biz ne yapardık haa... Çivisi çıkmış magazin dünyasının tiryakileri öylesine çok ki günümüzde... Bir baltaya sap olamamışlar, bu partide... Alemciler, gezginciler, röntgenciler, baba parasıyla hava atanlar... Kendilerini ünlü iş adamı diye tanıtan ama devlete kuruş koklatmayanlar bu partide... Bu ortamdan tiksinti geldi, midemiz bulandı, gözümüz bozuldu... Ey RTÜK denilen, neyi ciddiye alıp, neyi ciddiye almadığını kestiremediğimiz kurum... Etliye sütlüye, belden aşağıya fazla karışmazsanız, elinizdeki baltayı gerektiğinde kullanmazsanız, ortaya çıkan tablodan sorumlu siz olursunuz... Bitmiş ahlâki değerleri yerine getirmek imkânsız artık... Hiç olmazsa, gelecek nesillerin berrak ve saf kalması için birazcık gayret... Yitirdiğimiz çok şey oldu... Gelin, elimizde kalan "özleri" koruyalım... Ne kaybederiz sanki? İğneyi magazincilere batırdık ama çuvaldızı da kendimize sokmamız lâzım aslında... Sporu spor gibi seyredemeyen, anlatamayan ve de sevdiremeyen bir toplum olduk çıkıverdik... Kulüpleri, babasının çiftliği gibi gören yöneticiler çıktı... Temaşa, yerini kavgaya bıraktı... Rekabet ise kan çıkmayınca bir işe yaramıyor... Ezeli dostluklar, ebedi düşmanlıklara yelken açtı... Spor sayfalarını "O dedi, bu dedi" gibi kısır çekişmelere bıraktık... Eskiden "Spor olsa da seyretsek" derken, bugün "Kavga çıksa da keyiflensek" mantığı ile günlerimizi değerlendiriyoruz... Lorant'la Oğuz'un kanlı bıçaklı olması için tırnak kaşıyoruz... Kim kimi yiyecek, yok edecek, ekmeğinden edecek? Lucescu mu Sinan mı daha büyük diye Beşiktaş'taki "İmparatorluk tahtına" aday arıyoruz... F.Bahçe'deki her dert bitmiş de, biz hâlâ Serhat'ın Oktay'a neden pas atmadığını tefrika yapıyoruz... Biz nelerle uğraşıyoruz? Nelerle? Harun Doğan'ın dünya şampiyonluğu, Süreyya Ayhan'ın 1500 metrede peş peşe gelen altın madalyaları, bu kadar mı değersiz?.. Varsa yoksa Hakan Şükür... Yetti yahu... Evet Hakan, hem Türk futboluna, hem de G.Saray'a yeterince hizmet etmiştir... Sağolsun, varolsun... Ama biz hâlâ, varlığında kızdığımız Hakan Şükür'e yokluğunda da methiyeler, transfer için torpiller, gazetelerde sütunlar, televizyonlarda saatler ayırıyorsak pes doğrusu... Hakan'sız da bazı başarıların geldiği gerçeğini neden görmezliğe geliyoruz? Neden, Arif gibi bir süper profesyonel ile Serhat gibi futbolumuza en az 10 yıl hizmet edecek bir yeteneği göklere çıkartmıyoruz? Neden, hâlâ karizmasını tartıştığımız Şenol Güneş'i kabullenemiyoruz? Ve neden Ümit Milli Takımımız'ı sütun aralarından çıkarmaya korkuyoruz? Elimizdeki kalemimizi, övgüler için cimri, karalamalar için öyle cömert kullanıyoruz ki... Avrupa ikincisi Basketbol Milli Takımımız'ın dev adamlarını "12 madam"a benzeten, Oktay'la Serhat'ı bir pas yüzünden kanlı bıçaklı yapan, Hakan'la Terim gibi bir dünya firmasını kapıştırma cesareti gösteren zihniyet, bir yerde iflâs etmeli... Türk spor medyasının, magazin dünyasının çirkin görüntüsü altında değil, yiğidin hakkını veren bir anlayış içinde olması en büyük isteğimiz... Çürük elmalar, pirinç içindeki taşlar, içtiğimiz sudaki mikroplar nasıl temizlenebiliyorsa, bizler niye duruyoruz o zaman?.. Haydi TSYD, haydi gerçek basın emekçileri, haydi genç kardeşler... Hep beraber, kolları sıvayalım artık...