Türkiye'deki teknik direktörlük

A -
A +

İlköğretim son sınıflara gelindiğinde, öğrencileri bir sıkıntı kaplar... "Üniversiteye girme hayallerim, acaba gerçekleşir mi" diye... Sınav stresi ile aylarca uyku girmez gariplerin gözüne... Özel dershanelere, büyüklerinin akıttığı para, çocuklarının üniversite hayallerinin gerçekleşmesi içindir hep... Sonunda tutmayan puanlar, üzüntüler, istenmeden girilen fakülteler ve esas onları bekleyen, üniversitenin bitmesinden sonraki kaygılı hayat... Çünkü bizim ülkemizde, üniversite mezununun asla iş bulma garantisi yoktur... Fakülte mezunu olup, garsonluk, pazarcılık yahut bir markette işçilik yapanları gördüğümüzde asla yadırgamayız ki... *** Futbol Federasyonumuz da, açtığı teknik direktörlük seminerleri ile ülkemize teknik adam kazandırır... Hem de ne kazandırmak... Bugün 16 binden fazla hocamız var elimizde... Ama 500'ü çalışıyor mu deseniz, işte orada karşımıza kocaman bir "HAYIR" çıkar... Takımlarda teknik direktör olmak için, ya bazı kişilerin kartviziti, ya dayısı, ya da çok kuvvetli bir şansı olması gerekir... Zaten bakınız şöyle liglerimize, kısır döngü gibi, belli hocaların "al gülüm-ver gülüm" yer değişmelerinden başka bir görüntü çıkmaz karşımıza... Onlar da onca yıllık tecrübelerine rağmen, belli futbolcularla çalışırlar hep... Hangi takıma giderlerse gitsinler, her hocanın vazgeçemediği isimler vardır... Bakınız Rıza Çalımbay'a, bakınız Bülent Uygun'a, bakınız Aykut Kocaman'a... İdealist olmakla, geçim derdini ayrı kefeye koyuyorlar mecburen... Sonra da "Biz niye başarılı olamadık" diye dövünmeler... Eee sen aynı dairenin içinde, aynı adamlarla koş, sonra da büyüklüğün ve büyük hoca olmanın tadını çıkaramayanlar listesine gir... Yani umduğunu değil, bulduğunu yeme sofrası bunun adı... Lig TV'ye teklif Güney Afrika'daki maçları izlerken, her ne kadar yorum lezzetini alamasak da, bir müthiş güzellik bize kaymaklı ekmek kadayıf gibi değil, daha onun üzerine bal dökülmüş, biraz pekmez, biraz krokan da, eklenmişçesine inanılmaz tatlı geldi... Neydi o çekimler? 25'in üzerindeki kamera düzeni, hiçbir olayı, enstantaneyi kaçırmadığıyla kalmadı, bir de üstelik ağır çekimleri ile de, kesin kanaat sahibi olmamızı sağladı... Hele pozisyon tekrarlarındaki detaylar da işin cabası... Futboldan anlamayan ev ahalisinden ninelerimiz bile "Ayağına basmış, belinden tutmuş" gibi yorum zenginliğine sahip oldu, bu kameralar yüzünden... Şimdi Lig TV'ye sesleniyoruz... Zorunuz ne Markus Merk'e yorum için para vermeye... Musa Çözen gibi bir zenginlik elinizde varken, Güney Afrika örneğini sergileyin, kamera çoğaltın ve yorumu vatandaşa bırakın... Hem sizin, hem bizim başımız ağrımaz böylece... Şimdi ne olacak? Dünya Şampiyonası hayırlısı ile bitti... Sevinenler, üzülenler... Ama şampiyon İspanya, bu kupaya çok yakıştı... Zaten o yıldızlar topluluğunun ayarında bir takım yoktu Afrika'da... Kupa öncesi, taşıdığımız tüm endişeler de "fos" çıktı bu arada... Güney Afrika'nın bu yükün altından böylesine kolay kalkacağını kimse beklemiyordu... İşsizliğin yüzde 40'larda olduğu bu ülkede, kupa boyunca rafa kalkan bazı çirkinlikler ve olaylar da, şimdi geri dönecektir mutlaka... Güvenlik gerekçesiyle 200 milyon dolar harcayan, bunun için 40 bin ek polis kadrosu açan, statlar ve alt yapılar için 4,5 milyar dolar feda eden Güney Afrika eski günlerine dönerse yazık olacak... Ama bir gerçek var... O da, günde 50'den fazla cinayet, 200'e yakın tecavüz, 300'den fazla hırsızlık olayının yapıldığı bir ülke, bundan sonraki yaşantısını temiz olarak sürdürebilecek mi? Asla... İnsanların günde 2 dolarla geçindikleri ve AIDS yüzünden yaş ortalamasının 49'da olduğu Güney Afrika, dünyaya gösterdiği sevimli yüzün arkasından, kendi iç dünyasında taze felaketlerin sinyalini asla silemez... Ele güne rezil olmadılar ama şimdi rezillik onları bekliyor... Maksat, günü kurtarmak Yabancı hocalara merakımız biraz fazla nedense... Onları kandırmak için, kesenin ağzını açarız sonuna kadar... Elde avuçta ne varsa veririz... Üstelik anlaşmalara diledikleri maddeleri de koydururuz mecburen... Yeter ki gelsin onlar... Bu kafayla kimleri getirdik, kimleri... Aragones, Scala, Del Bosque, Tigana, Zico, Löw, Lucescu, Skibbe... Önce verdik, sonra da kurtulmak için bin takla attık... Kovmakla kalmadık, bir de CAS Mahkemesi'nde rezil olduk hep... Onların tek suçu, Türkiye'de uzun vadeli çalışma hesapları içinde olmalarıydı... Oysa bizim, sabırsız bir millet olduğumuzu algılayamadılar onlar... Ve gittiler mecburen... +++ Şimdi karşımızda son olarak Schuster duruyor... Adam bizi iyi incelemiş... Geleceğe yatırım falan hak getire... Gün bu gündür... Birileri çok iyi anlatmış ona bizi... O yüzden, adamın gözü taa 2007'in Real Madrid'inde... Raul ve Guti'yi bir aldırsa, yüreğinin yağları eriyecek o yüzden... Beşiktaş'ı neredeyse "Emekliler lokaline" benzetmeye çalışan Alman hoca, siyah-beyazlı takımın yaş ortalamasındaki çıtayı yükselttikçe, yükseltiyor... Rüştü (37), İbrahim Üzülmez (36), Ferrari, Nihat, Tello (31), Nobre (30) zaten elde var... Şimdi de 34'lük Guti ve Raul gündemde... Schuster'in amacı belli... Günü kurtarmak. Peki ya Beşiktaş? Geleceğin Beşiktaş'ı değil, onun için günün Beşiktaş'ı önemli... Ama bu yaş ortalaması ile bu da mümkün olabilir mi? "Olur olur, bal gibi olur" da; esas olan, Beşiktaş'ın kasasına olur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.