İnsan kıymeti bilmenin, zamanın acımasız çarkı içinde öğütülmesi, çağın geleneği değil, çağın acımasızlığının bir ürünüdür... Mors alfabesinin tıkırtılarından, ADSL sistemlere ulaşan bir PTT çalışanının evladı olarak, gelişmenin hızında kaybolan saygınlığın üzüntüsünü, hep yüreğimizde duymuşuzdur... Bugün özelleştirilen bu sistem, eğer Türkiye Cumhuriyeti'ne yüklü bir kazanç hanesi eklemişse, bu eskiden beri süregelen hizmet ciddiyetinin, çalışma aşkının ve disiplininin eseridir... *** Telgrafların elle alınıp yazıldığı dönemlerdeki bir anımız, o zaman insanının, çalışana olan saygısına çarpıcı bir örnektir... Rahmetli babamızın yazısı, çok kaliteli olmasına rağmen, bazen okuma alışkanlığı fazla olmayan kişilerce algılanamazdı... İşte böyle günlerin birinde, gecenin geç vaktinde, evimizin kapısı çalındı... Uykulu gözlerle kapıyı açtığımızda karşımızda, elinde baston, bembeyaz sakallı bir dede ile karşılaştık... "Kusura bakmayın... Sizleri rahatsız ediyorum... Ama bir ricam var..." "Şu telgrafta ne yazıyor bana okuyabilir misiniz? Galiba bu telgrafı siz almışsınız da..." Babamız, adamcağızı içeri buyur edip altına bir sandalye uzattıktan sonra, kendi aldığı telgrafı okumaya başladı... "Dönüş için bilet param kalmadı stop... Bana biraz para gönder baba stop..." O yaşlı dedenin, o anki mutluluğunu unutmak mümkün değil... Askerden dönecek çocuğunun haberini babamızdan, üstelik gecenin geç vaktinde, hem de bizim evimizde alması, unutamadığımız bir anımızdır... *** İşte dün, hiç tanımadığımız bir kişi bile, olgunlukla karşılanacağını bildiği için, gecenin köründe ricada bulunabiliyor... Bugün, dost bilinenler bile, en yakınlarına el uzatmamak için, değil kapı açmak, fersah fersah kaçıyor... "Yok" dedirtiyor kendine... "Bana ne" diye kayıtsızlığını çekinmeden dile getirebiliyor... İnsanlığın yavaş yavaş insanlık kılığından çıktığı, dostlukların birer birer kaybolduğu günümüzde, bize mesleğimizin inceliklerini, ciddiyetini ve saygısını öğretenlere, ne kadar minnet duysak da, onların değerini kelimelerle anlatamayız yine de... Bugün, F.Bahçe'nin yeni yapılan basın tribününe ismi verilecek "İslam Çupi" ile mesleğe ilk adımında karşılaşan şanslı kişilerden biri olarak, ne kadar hava atsak azdır... Onun, sayfa masasında konulara hakimiyeti, başlık konusunda "bir numara olması" boşuna değildir... İslam Ağabey, insanın nasıl olması gerektiğini, kafamıza o kocaman kocaman harfleriyle işlerken, bu mesleği severek yapmamızda, Necmi Tanyolaç'tan sonra gelen ikinci büyük isimdir... *** Türk Spor Basını'nda tereddütsüz "1 numara" Necmi Tanyolaç'tır... Onunla çalışmak bahtiyarlığına erişenler bilir... Mesleğini bu kadar seven, bu kadar ciddi tutan, bu kadar çalışanına sahip çıkan birisini "1 numara " ilân etmemek haksızlık olur... Onun karşısında tir tir titrediğimiz günleri bile eğer şimdi arıyorsak, onunla aynı sayfalara imza koymayı şimdi bile özlemişsek, onun fırçasını, onun "Helâl olsun" diyerek gönlümüzü almasını, onun bize güvenmesini unutamıyorsak, o "1 numaradır" her zaman... Necmi Tanyolaç'ın tırnağı bile olamayacakların bugün havasından geçilmezken, o Tanyolaç, kendisine "Sen benim kralımsın" diyen gazete patronu rahmetli Kemal Ilıcak'ın o sözlerinden, zerre kadar şımarmamış, kimselere hava atmamıştır asla... Tercüman ekolünden yetişip de bugün Necmi Ağabeyin ellerine sarılıp öpmek istemeyen bir kişi yoktur... Onun yakışıklılığı gibi eskimeyen, saygın kişiliği, babacanlığı ve heyecanı, ne yazık ki günümüzün insan eriten çarkında, spor sayfalarını öksüz bırakmıştır... *** Bugün, işi soytarılık ve taraftarın nabzına göre "asparagas" haberlerle kurtaranlara bir bakın; bir de, geçmişin derinliklerinde, her satırı buram buram haber kokan, gerçek spor gazetecilerinin çırpınışlarına... Yarınlara bırakacak tek bir güzel anısı olmayan bir döneme şahitlik yapan spor sayfaları, eriyen mum misali, ağır ağır sönmeye mâhkûmdur... Bugün, Türkiye Gazetesi'nde; Necmi Tanyolaç heyecanını, sanki onun yüreğinde de hissettiğimiz Sadık Söztutan müdürümüz ve çalışmaktan evinin yolunu unutan Mazlum Uluç şefimiz; yüklendiği sorumluluğu, en lâyıkı ile taşıyan "kelaynak" kuşları gibi nesli tükenen ikilidir... Onlardaki ve spor servisimizdeki bu heyecanı hep taze tutan Öcal Uluç ağabeyimizin yol göstericiliği, kaptanlığı, kılavuzluğu da işin cabası... Bizler, mesleğimizi, günümüzde saygı duyulacak halde tutamazsak, gelecekte "kara tren" gibi dost ve sevgili getirecek vagonları bekleriz, çaresiz gözler ve ümitlerle... Bilinmelidir ki; çiçek olan yerde bal olur...