Teknik direktör, ilk yarı sona erdiğinde, soyunma odasına hışımla girip, oyuncusuna sordu: "Nasıl kendi kalene gol atarsın yaa?.." Oyuncu, hiç umursamadan, aynı sertlikle, hocasına cevabı yapıştırıverdi: "Ben de şaşırdım... Rakip takımın kalesine öyle benziyordu ki... " İşte "özrü kabahatinden büyük" itirafa, traji - komik bir örnek... Şu günlerde, kendi kalesine gol atıp da "zeytinyağı" gibi üste çıkanların en bol olduğu bir zamanda, sahneye konan oyunlara bazen gülüyor, bazen de gerçekten üzülüyoruz... *** Süper Lig'in yeni sezon plânlaması için, günü, saati çok önceden belirlenmiş bir toplantı yapıldı... Bu buluşmanın amacı, gelecek sezon milli maçlar dolayısıyla, Türkiye Kupası'nın yeni statüsü ve karşılaşmaların tarihleri ile ilgili anlaşma sağlamaktı... Toplantının ev sahibi Ersun Yanal'dı... Çünkü onun isteği doğrultusunda, ligde yapılacak kaydırmalar konusu konuşulacak ve bir fikir birliğine varılacaktı... Süper Lig'in 7 teknik direktörü koşa koşa bu davete katılırken, diğer kulüpler, temsilcileri ile işi çok sıkı tuttuklarını gösterdi... Bu kadar ciddiyetin olduğu yerde, işi ciddiye almayan ise ne yazık ki, Ersun Yanal'dı... Eve misafir davet edip, evde bulunmayan ev sahibi gibi, oraya gelenlere yapılan bir saygısızlığın, ne gibi bir özrü olabilir, anlamış değiliz... *** F.Bahçe'yi üst üste ikinci bir şampiyonluğa taşımasına rağmen, kendini kimselere beğendiremeyen, kariyeri tartışılan, oyunu okuyamadığı ve sahaya çıkardığı ilk onbirler beğenilmeyip, hep tenkit edilen Daum, bu toplantının en ciddi adamıydı... Sayfalar dolusu rapor hazırlayıp, gelecek sezon için önerilerini dile getiren Alman hoca, ne yazık ki, karşısında bunu "bire bir" anlatacağı bir milli takım sorumlusunu bulamadı... Kendisi gibi Türkiye'nin tartışılan ikinci hocası olan Yanal, önce Daum'dan, sonra da "ayıp ettiği" diğer meslektaşlarından, tek tek özür dilemelidir... Lig, kupa ve milli maçlar trafiğinin iç içe olduğu ve bir karmaşanın yaşanılması durumunda, sekteye uğrayacak bir sektörün yıpranmasını önlemek için, bundan böyle, ne teknik direktörler, ne kulüp temsilcileri bir araya gelir... Çözüm düğümlenirse, bunun tek adresi bellidir artık... *** 5149 sayılı "Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun" hükümlerine göre resmen "suç" işleyenlerin, içlerini dışlarını boşaltıp, savaşın eşiğine getirdikleri Türk futbolu için, sonradan göğüslerine "Lütfen" rozeti takıp, hiçbir şey olmamış gibi "poz" vermeleri bir başka çözümsüzlüğün "komik" belgesidir... Bu yasanın 15. maddesine göre "Spor kulübü başkan ve yöneticileri, yazılı ve görsel medyaya, kendi taraftarlarını kışkırtıcı, rakiplerini veya taraftarlarını tahrik edici ve de aşağılayıcı şekilde demeç veremezler" hükmü, bir defa daha rafa kalkmıştır... Kanun eğer varsa uygulanır... Eğer olup da "işi idare etme" yolu veya "adamına göre yaptırım metodu" uygulanırsa, ortada, gerçek bir kanunsuzluk var demektir... Kimine yemek, kimine kötek işte... "Aman tatsızlık olmasın" anlayışı ile meseleye iyimser yönden yaklaşmak, Futbol Federasyonu Başkanı Bıçakçı'nın, yakın zamanda, başını çok ağrıtacaktır... Ceza için çağrılması gerekenler, sefa için davet ediliyor, huzura... Sevgili Öcal Uluç ağabeyimizin dediği gibi "Bu federasyon F.Bahçe ve Beşiktaş başkanlarına ceza veremez, onlara ceza veremeyince de, Trabzonspor ile G.Saray da otomatikman cezadan kurtulur." *** Bu haftanın iki davetinden birisinde, misafirler tam kadro var, davet eden ev sahibi yoktu... Diğerinde ise en olması gereken kişi Aziz Yıldırım, yurt dışından dönmüş olmasına rağmen, geldiğini belli etmeden, barış ortamına nedense katılmak istemedi... İşi ciddiye alanlarla, almayanlar 'Türk futbolu'nun selâmeti için bir araya gelemezken, içimizi ahtapotun kolları gibi saran karamsarlık, ümitsizlik ve geleceğin belirsizliği ile "dostluk ortamlarının" son sürat yok olma duyguları içinde, 2006 finallerine gitsek, Şampiyonlar Ligi'nde, UEFA'da kupaya uzansak ne olur ki?.. Basit problemleri kendi içlerinde, yasalar ve yönetmelikler çerçevesinde çözemeyenlerin, beynelmilel sahalarda başarıları bizi hiç ilgilendirmiyor... Önce huzur, karşılıklı anlayış ve kardeşlik; sonra başarıya alkış... Garp kafasıyla düşünüp, şark kafasıyla işleme koyduğumuz her güzellik, çabuk kirlenmeye ve çirkinleşmeye mâhkûmdur... Ufukta "kara görünmüş" kime ne... Esas olan, karadakilerin, su almaya başlamış o geminin limana bir türlü yanaşamayacağına, iskeleye hiç bir zaman halat atamayacağına inanmaları kahrediyor insanı...