Bir tarafta Türkiye'deki kariyerine kötü bir nokta koymak istemeyen Lucescu. Diğer yanda Tevfik Lav hocanın ruhu. Konya'da önce ev sahibi, sonra da şampiyonluğu değil, Şampiyonlar Ligi'ni kovalayan Beşiktaş'ın borusu öttü. Mevlana'nın şehrinde dün gece goller vardı. Futbol kalitesi ve heyecan vardı. Maç bir o yana, bir bu yana döndü. *** Beşiktaş'ı ligin ikinci yarısında Denizlispor maçı dışında ilk defa bu kadar canlı gördük. Bu takımda sakat Tayfur dün hiç aranmadı. Kendini Figo veya Zidane ayarında gören Yasin ise akla bile gelmedi. Dün Beşiktaş'ta koşanlar, mücadele edenler, rakip kaleye en kısa yoldan yardımlaşarak saldıranlar çoğunluktaydı. Ümit, İlie, Giunti ve Kaan Dobra'nın 20 yaş dinamikliğindeki arzulu kimlikleri, dünkü Beşiktaş'ı diri tutan faktörlerdi. Ammaa... Kalede Cordoba. Defansta Emre. Ve sol kanatta İbrahim birer felaket tellalı gibi gezindiler sahada. Sanki onlar Konyaspor'u yenmek için değil, Mevlana'yı ziyarete gelmiş birer turist gibiydi. *** 13 dakikada birbirinin kopyası iki golü kalesinde gören Beşiktaş'ta, baş suçlular Emre, Ronaldo, Ahmet Yıldırım ve Cordoba'ydı. Hele sağ kanatta trafik polisinden hiçbir farkı olmayan Emre'nin görev anlayışı tam anlamıyla bir fiyaskoydu. İsmi daha çok magazin basınındaki küllenmiş aşkıyla anılan Emre'nin Beşiktaş gibi bir takımda forma giymesi ayıpların en büyüğüydü. Kalesinde kurtarışlarıyla bu sezon bir tek maç kazandıramamış Cordoba'ya ümit bağlamak ise Telli Baba'da dilek tutmaktan farksızdı. Çünkü Beşiktaş altyapısından yetişmiş Zafer Biryol'a, "Hayatının en kolay gollerini kime attın?" diye sorsanız, Cordoba sayesinde şüphesiz "Beşiktaş" diyecektir. *** İkinci yarıda Beşiktaş Sergen faktörünü de ekleyip, Konya kalesini ablukaya aldı. Bir şey belli olmuştu artık. Bu Beşiktaş'ın Konya'da yenilmeyeceği. Sonuçta beraberlik yakalandı ama, siyah-beyazlıların hava kadar ihtiyacı olan 3 puan avuçlanamadı. Kaçan balık büyük oldu. Kaçan umutlar ise hayal oldu.