Aşkın nefrete dönüştüğü nice sevdalarda, hep bilinçsiz sevgilerin tohumları yatar... Ya bir "yıldırım sevdadır" bu ya günlük gönül eğlendirme... Ya da sonu olmayan bir yola sapmadır... "Hüsranla biten" tüm aşklardaki damga da aynıdır... Aşkı, aşk gibi algılayanların yaşadıkları mutluluk ve buram buram sevda kokan birlikteliklerde ise kalbin içinden kopup gelen bir elektrik ve asla onsuz düşünülemeyecek bir yaşantının kıpırtıları vardır... *** Sevdanın hamurunda, kötü düşünceye asla yer yoktur... Çünkü sevdalılar, kırmaktan, kırılmaktan korkan insanlardır... Her ne kadar affedici ve hoşgörü sahibi olsalar da bazen kopma noktasına gelen aşklardaki hissedilen sızı, onları tüm olumsuzluklardan koparır gider ve o aşk yeniden tazelenir... Leyla ve Mecnun, Kerem ile Aslı, onca sevdalarına rağmen kavuşamamış olsalar da onların aşkları asırlardır hâlâ dillerde kalmışsa, demek ki bu aşk başka bir aşktır... Bu aşkta, menfaat yoktur... Bu aşkta, kin nefret yoktur... Bu aşkta, sadece sevgi vardır... *** Tribünlerde her dakika rastladığımız görüntülerde söylenen en büyük sevda sözü "Ölmeye ölmeye geldik" gibi, akıl ve mantık dışı ifadelerdir hep... Niye ölmeye geliyorsun ki ? Kim sana ölmeyi emrediyor ? Hayatın kısa dönemine sığdırılması gereken güzellikler dururken, ölmek istemek, ne demek ? Toplum içinde, bir başkasına rahatsızlık vermemek düşüncesi, akıllarının köşesinden geçmeyenlerin, tribünleri terörist barınaklarına çevirmek istemeleri, Türkiye'nin şehir ortasındaki en büyük baş ağrısıdır... Küfür edebiyatının en ince ayrıntılarını ezbere bilenlerin, biraz da insanlıktan yana hayat felsefelerini geliştirmeleri üzerine "master" yapmaları, hem futbolumuzu, hem tribünlere doluşacak insanları stadlara koşturmaz mı ? Ama nedense hep işin en kolayını seçip, magandalık üzerine "doktora tezi" hazırlayanların nesli küçüleceğine çığ gibi büyümüyor mu? İşte ipler burada kopuyor... *** Ok artık, öyle yaydan çıktı ki... Her gittiğimiz stadta, küfürün en ağzı açılmadıklarını söyleyenler arasında, bayanların da olması, artık bu tribün terörünün kanıksandığının bir isbatıdır... Yanında daha ilkokul çağındaki çocuğuna rağmen, kendini kaybedip, rakibin ölmüş anasına, yaşayan bacısına, karısına, en aşağılık ifadelerle küfür edenler, takımlarına aşk ile bağlı olduklarını zanneden zavallılardır... Aşkı bu kadar çirkinleştirenlerin şerrinden kaçanlar ise ortalıkta tek başına kalmış, sporu spor gibi gören, onu asla şiddetle bağdaştıramayan, sevdiği renklere gönülden bağlı ve sayıları her geçen gün azalan gerçek sporseverlerdir... İşin en acı yanı ise spordan ve sporsever olmaktan mecburen kopma noktasına getirilen kişilerin, yanında yer almayan kulüp yöneticileri, her geçen gün, ortalığı yangın yerine döndüren beyanatlarıyla, bu kopuşun baş sorumlusu olarak yine de utanmamaktadır... Kanunu tanımayan, ondan korkmayan, maça giderken eline bayrak yerine balta alanlar, stad tribünlerindeki koltukları parçalamayı görev bilenler yolunuz açık olsun... *** Yaldızlı kelimelerin, gönül okşayan sözlerin kapı dışarı edildiği tribünlerdeki yalancı sevda, kuş gribi veya deli dana mikrobu gibi, sporumuzu çembere almışken, boş gözlerle gelişmelere bakakalanların çaresizliği, esas üzüntü verici durumdur... Kollarımızı dostlarımıza sarmalamak çok mu kötüdür? Ayıp mıdır, bükemediğimiz eli sıkmak? Alkışlamak bu kadar zor mudur ? Sevda sözlerini Aşık Veysel ustalığında söyleyemesek de kenarından köşesinden esinlenmek, bizi küçültür mü ? "Aldanma cahilin kuru lâfına Kültürsüz insanın kulu yalandır Hükmetse dünyanın her tarafına Arzusu hedefi yolu yalandır" Doğru olan, sevda yoludur, dostluk yoludur, insanlık yoludur... Anlasak da anlamak istemesek de bu yollar hâlâ ayaklarımızın ucunda, bizi bekliyor...