Yıldırım'ın içindeki Aziz!

A -
A +

İnsanın kendisini beğendirmesi ve sevdirmesi bazen kolay, bazen de dünyanın en zor işidir. Aynaya baktığında "Ne yakışıklıyım, ne kralım, ne mükemmelim" megolamanı bir yana "Ne suratsızım, ne süklüm püklümüm, ne berbatım" diyenlerin karıştığı bir dünyada yaşıyoruz. Hayatı toz pembe görmek, yarını değil, bir saat sonrasını düşünmemek, hep işlerin tıkırında gideceğini zannetmek, bardağın su dolu yarısını görmekle eşdeğer bir bakış açısıdır... Ama birileri de vardır ki; hayatı karamsarlık içinde geçer "Yandım, bittim" edebiyatı ile, sadece kendisini değil, etrafındaki herkesin de dünyasını karartır... İki zıt kutup insanın ortasını bulmak, kolay değildir bu âlemde... *** Tek gözünüzü kapatıp baktığınızda, F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ı "Dünyanın en sevimsizler listesinin" başına koyarsınız. Sarı-lacivertli takımın sevenleri dışında, Yıldırım'ın tek hayranını bulmak öyle zordur ki... İnsanlara tepeden bakan, medyayı şamar oğlanına benzeten, tenkit mekanizmasından inanılmaz rahatsız olan Yıldırım, çoğu insanın, yanına bile yaklaşmak istemediği, F.Bahçe'ye gelmiş en "Astığı astık, kestiği kestik" başkandır. 10 yılı bulan başkanlık saltanatında, gönül aldıkları değil, gönül koyduklarının sayısı öylesine kabarıktır ki... Kameralardan, suratına bulaşık suyu fışkırtacak fıskiye gibi nefret eden, spor sayfalarında, gözleri büyümüş, kravatsız, yahut da bir şey yerken görüntülenmiş fotoğraflarına rastladığında, arenada kırmızıyı görmüş bir boğa gibi hırçınlaşan F.Bahçe Başkanı, aslında neymiş de başkaları gibi, bizim haberimiz olmamış. HHH İki gün önce, Ümit Aktan'ın nefis bir profil tanımlaması ile yeni portresini çizdiği Başkan Yıldırım için "iki yüzlü" tanımlamasını herkesin bildiği mânâda değil, "Bilinen ve bilinememiş kimliği" içinde açıklamak boynumuzun borcudur artık... Aktan; "Bir yemeğe satılma" endişeleri içinde, çoğu zaman muhalif olduğu, kelimeleri ok gibi sapladığı Yıldırım'a, bir başka gözle bakmanın ayıp değil, görev olduğunu anlattı okuyucularına... Yazdıklarının altına "imza at" derse atacak kadar, düşünce birliği içindeyiz Ümit'le... Aziz Yıldırım'ın suratındaki o sevimsiz maskeyi çıkarıp, beraber olduğumuzda, görüp şaşırdığımız yeni yüzünü, keşke çok önceleri görseydik... Çok öncelerden, bir başka bakış açısı ile değerlendirir, yaptığı sinir bozucu davranışlarına bile hoş görü içinde yaklaşırdık... Ama o, hiç bir zaman istemedi ki bunu... Sadece esti, sadece gürledi... *** "Bana bu gece gazetecilik yapmayın" diyerek, espriyle adım attığımız gecede, fotoğraf çekilmesine sıcak bakmadığı "Papermoon" günlüğüne sığan, sıcak dostlukta yaşananlar, dileriz, gelecek günler, yerini yine ekranlardaki, gazete sütunlardaki Aziz Yıldırım'ın hiç görmek istemediğimiz portresine dönüşmez. Çünkü biz o gece, Yıldırım'ın sevimli, cana yakın, içten, hiç kimseyi aşağılamayan, karalamayan, şakası bol, hikayeleri ilginç yaşantısı, ağzımızı açık bırakan kulağımızdaki yankıları ile mest olduk... Hâttâ "Bu Aziz Yıldırım olamaz" diyerek gözlerimizi ufaladık... Ve sonunda, F.Bahçe Başkanının "Sevimli yüzünü de görmek nasip oldu" diye kendimizi şanslılar sınıfına koyduk. *** "Bana yapılan saldırıya bir şey demiyorum, benim yüzümden F.Bahçe'ye saldıranları affedemiyorum" diye kesin tavrını takınan; güne, sabahın köründe güvercinlerine "takla attırarak" başlayan bir başkanın, sevimli ve insancıl pasaportunu evde bıraktıran tutum ve davranışlar yüzünden kimlik değiştirmesine bir yerde katılmamak imkânsız gibiydi: "Şu futbolcu Fener'e geliyor, bu F.Bahçe'yi istiyor, şu kadar paraya anlaşma sağlandı gibi haberlere isyan ediyorum. Medya bu tip haberleri değil, o gelmek isteyenlerin neden F.Bahçe'yi tercih ettiklerini yazmalı... O zaman F.Bahçe daha iyi anlatılmış olur" diye sitemde bulunan Yıldırım, aslında haksız da değil hani... TSYD Kupası'nı, F.Bahçe'nin başında kaldığı sürece oynamayacağını ama dünyanın en ünlü takımlarının da katılacağı bir turnuvaya "hayır" demeyeceğini açık yüreklilikle söyleyen Yıldırım, "Kulüpte, hesabı ben veriyorum, hesap vereceklerim için her türlü denetimi de yapmak zorundayım" diye konuşarak, soyunma odalarındaki "asıp kesmelerinin" neden abartıldığını anlayamadığını söylerken bile, yüzünde gülücükler, dilinde de bir sevimlilik vardı. *** Bir yemek, bir dört saat, bize Aziz Yıldırım'ın başka yüzünü gösterdi ve kafamız karıştı... Biz o dört saatte "Yıldırım'ın içindeki Aziz'i" tanıdık... Madem bu kadar dost canlısı, bu kadar olaylara sevimli de bakabilen bir başkan olabilirken, o zaman, o bizim beğenmediğimiz maskeyi, niye taktı suratına? F.Bahçe'yi, dünya devlerinin arasına sokabilmek için, inanılmaz maddi kaynakların peşinde koşup, bunların büyük bir bölümünü halletmiş bir insanın, küfür edilecek değil, alkışlanacak birisi olduğunu anlamamız için, Papermoon'a abone mi olmamız gerekirdi? Ümit Aktan'ın da dediği gibi, biz bir yemeğe satılmış değil, bir yemekle, sevimsizlik maskesinin altında, bambaşka bir Aziz Yıldırım portresi ile karşılaştığımız için, fikir jimnastiği yapan insanlar olduk... Haa, yanlışlıkları görmeyecek, duymayacak ve yazmayacak mıyız? Elbette yazacağız! Ama yazarken bir değil iki defa düşünecek ve Aziz Yıldırım'ı, bir karış suda nefessiz bırakmayı değil, yemekteki samimi ve sevimli haliyle hatırlayıp, kalemimizi dikkatli kullanacağız. Bir yemeğe satılmak, bu anlamda algılanırsa satıldık gitti! O, sadece güvercinlerine değil, bize de "takla" attırdı!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.