Kurban Bayramı geldi mi, atletizme olan ilgi artar ülkemizde... İşini bilmez kasapların, ipini koparan boğaların sayesinde, caddelerde sadece 1500 metre değil "Engelli maraton" koşusu bile izlemek zorunda kalırız... Ne atletler (!) vardır bizde, ne atletler... Süreyya Ayhan'ın pabucunu dama atanlar, Elvan'ı unutturanlar, rekorları (!) tarihe gömenler... Yalnız bu atletlerin koşu alanları tartan pistler değil, caddeler ve sokak aralarıdır... Onlar farklıdır... Keskin kasatura, balta ve kementle tam teçhizatlıdır bunlar... Biraz merhametten uzak, biraz da gözlerini boğanın kanı bürümüştür sanki... Bunlar, usulüne göre kurban kesenlerin aslında yüz karalarıdır... Onların, sevap peşinde koşmaları gerekirken, boğa peşinde gözü dönmüş vaziyette spor yaptıklarını sanmaları, Türk insanının ve müslümanların yapısıyla asla bağdaşmayan, üzüntü verici ayıplarıdır... Onlar bizim gurur duyduğumuz atletizm sevdalılarının caddelerdeki komik ve çirkin örnekleridir... *** Kongreler yaklaştıkça, kulüplerimizdeki yarışmanın da, boğa peşinde koşan kasap bozuntularından ne farkı vardır sanki?.. Tehditler, aşağılamalar, birbirlerinin ipliğini pazara çıkarmalar, sataşmalar... Alt tarafı seçim... Ama centilmenlikten uzak, işin ucunda türlü menfaatlerin yattığı bir tablo yüzünden, hırs kaplar bazılarını... "Ya bu seçim alınacak, ya bu seçim alınacak!" Başka yolu yoktur bu yarışın... Bakınız... Türkiye'nin bir numaralı kulübü denilen F.Bahçe'de olanlara... Yüksek divan kurulu seçimleri için inanılmaz bir yarış içindekilere... Ceplerinde sanki akrep varmışcasına, yıllık aidatlarını bile ödemeyenlerin, kendilerine kıyak geçip üyelik paralarını yatıranlara karşı verecekleri manevi vefa (!) F.Bahçe'nin gelecekteki yolunu çizecek... Yüksek divan kurulu, sarı-lacivertli yönetimin, bilhassa başkanın hesap vermek zorunda kaldığı ve hesap soracak makam olarak tanımlanması yüzünden çok önem taşıyan bir seçim stratejisi gerektiriyor... Bildik, tanıdık ve naz geçen bir divan başkanının varlığı başka, görevini yapmak pahasına, F.Bahçe Başkanı'na hesap sormaya kalkacak bir başkanın varlığı başka... Bu yarış başka yarış, atletler, kendi adlarına aidatları yatıranların emir ve görüşleri doğrultusunda, bir koca kulübün geleceğini tayin edecek! Onlar da birer kovalanan boğadır... Ama boğa kadar koşamayacak, onlar kadar ortalığı birbirine katamayacak kadar, teslimiyetçi... Haydi hayırlısı... *** Cem Papila'nın, Beşiktaş - Samsunspor maçındaki farklı, bir daha asla tekrar edilemeyecek kadar kuralcı, bir daha hiçbir hakemin cesaret edemeyeceği kadar kırmızıya boyadığı yönetim şeklinin "Milât" olacağını söyleyenler, bir haftada nasıl çark ettiler gördük... O Zago'ya gözünü kırpmadan sarı ve kırmızıyı gösteren Papila nerede, rakibinin bu defa göğsüne dirseği yapıştıran Zago'yu görmemezliğe gelen Selçuk Dereli nerede? O Dereli, Erol'u atıp, Yasin'i atamayarak milâdın da içine etmiştir... Ama çifte standardın kol gezdiği MHK'da her şey oldu bittiye getirilip "Zaman her şeyin ilacıdır. Unutulup gider" anlayışı hüküm sürdüğü müddetçe, Türk futbolunun şaibeden arınmış gidişatı asla inandırıcı olamaz... Bu kuruluşun en yüksek makamındaki ikinci adamın, katıldığı televizyon programında, kendisine sorulan "Trabzonspor'un F.Bahçe karşısında ofsaytla kesilen gollük akını, verilmeyen penaltısı" ile ilgili soruları nasıl duymazlığa geldiğini gördük... "Olan olmuş, kaşımayın yarayı" anlayışı sayesinde ve bir müddet sonra "Yine bildiğimizi okuruz" anlayışı, lig maratonundaki çirkinlikleri silebilecek midir? Ligin ilerleyen haftalarında, "Yabancı hakem konusu" mutlaka gündeme gelecek ve bu bildiğimiz MHK'nın başı çok ağrıyacaktır... *** Centilmenliğin ve sağduyunun terkettiği tribünlerimizdeki çirkin yarışın, saha içinden körüklenmesi, ileriki günlerde sadece başımızı değil, tüm vucudumuzu derin sızılar içinde bırakacak sinyaller vermektedir... Her maça göre çifte standart, her takıma karşı değişik tavır, her kulübe karşı başka kucak açış sürdüğü müddetçe, bizim sokak aralarında boğa kovalayan kasap bozuntularından ne farkımız olur ki? Küfürü, anarşiyi önleyecek bir yasayı bile çıkaramamak bizi rahatsız edemiyorsa bu iş bitmiş demektir... Vergiyi alırken aslan kesilip, kararnameler ile günü kurtaranlar, futbolda şiddeti önleyecek yasanın turşusunun kurulmasını isteyenlere prim verirse, işin içinden çıkamayız ki... Demek ki değişeceğine inandığımız hiçbir güzelliğin belirtisi yok bu âlemde... Yine hep "Zengin ateş dökecek, fukara poposunu saksı edecek" galiba...