Devlet dediğimiz yapı, soyut bir organizma değil; ailelerin, fertlerin, değerlerin toplamıdır. Aile kurumundaki çözülme, doğrudan milletin dirliğini, devletin düzenini tehdit eder. 2025'in “Aile Yılı” ilan edilmesi tesadüf değil, ihtiyaçtan doğan bir zarurettir. Çünkü bugün hem küresel saldırı hem de içten gelen yozlaşma, aileyi hedef tahtasına oturtmuştur...
Aile sadece mahrem bir alan değildir; milletin kılcal damarlarıdır. Bu damar tıkanırsa, toplumsal felç kaçınılmazdır. Bugün Batı’da gördüğümüz çöküş, aile mefhumunun yerle bir edilmesinin sonucudur. Cinsiyetsizleştirilen toplumlar, tarihsizleştirilen bireyler, köksüzleştirilen nesiller… Türkiye bu girdaba kapılmamalıdır...
Benim yıllardır inandığım ve artık herkesin yüksek sesle söylemesi gereken bir gerçek var: “Aileyi yöneten, devleti yönetir.” Bu sadece bir söz değil; bir tespittir, bir uyarıdır, bir vizyondur. Çünkü aile içinde sorumluluk alan, sevgiyle otoriteyi dengeleyen, hakkı gözeten bir birey; kamuya da adaletle hizmet eder, milletine de liyakatle yön verir.
Bugün sadece çocukların değil, ebeveynlerin de ciddi yönsüzlük yaşadığı bir dönemdeyiz. Anne baba olmakla ebeveynlik etmek arasındaki farkı hatırlamamız gerekiyor. Aile içinde sevgi ve disiplin arasındaki dengeyi kuramayanlar, toplumda da huzuru sağlayamaz.
Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya genelinde doğurganlık oranı 2,1’in altına düşmüş durumda. Ülkemiz de aynı tehlikenin içinde. 2022 itibarıyla Türkiye’de doğurganlık oranı 1,62’ye gerilemiştir. Bu, nüfusun kendini yenileyemeyeceği anlamına gelir. Bugün sessiz kalan bu rakamlar, yarın sosyal güvenlik krizlerine, iş gücü daralmalarına, millî savunma zaaflarına ve sosyal çöküşe yol açacaktır.
Bu noktada Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde alınan “2025 Aile Yılı” kararı, sadece bir farkındalık kampanyası değil, bir devlet refleksidir.
Çünkü aileyi korumak, doğrudan devlet aklını korumaktır. Hükûmetimizin aile politikalarını güncellemesi, sosyal desteklerin artırılması, dijital mecralardaki aile karşıtı içeriklere karşı denetimin sıkılaştırılması bir güvenlik meselesidir artık.
Ama devletin tüm çabaları, toplumsal irade ile desteklenmezse yetersiz kalır. Biz, birey olarak evimize sahip çıkmadan, ahlâkımıza, mahremiyetimize, terbiyemize, değerlerimize sahip çıkmadan, hiçbir yasal düzenleme sonuç vermez. Mesele sadece çocukları korumak değil; aileyi bir kültür olarak yeniden inşa etmektir.
Bugün aileyi zayıflatmak için kullanılan en büyük silah, ‘özgürlük’ kisvesi altında yürütülen kültürel işgaldir. Diziler, sosyal medya, popüler akımlar… Hepsi aileyi değersizleştiriyor. Bu yüzden artık sadece pedagojik değil, stratejik bir refleksle meseleye yaklaşmak zorundayız. Aile artık bir iç güvenlik meselesidir.
Türk milleti binlerce yıldır devletin omurgasını aileyle kurmuş bir millettir. Bizde oba vardır, hane vardır, soy vardır. Aileden gelen güç, otağı kurmuş; otağdan çıkan irade, devleti inşa etmiştir. Bu yüzden aileyi korumak sadece sosyal değil, millî bir görevdir.
Bu vesileyle, Türkiye gazetesinin 55. yaşına girerken, bu köklü yayın organının çatısı altında kalem oynatmak benim için büyük onurdur. Bir milletin dirliğini önce kelimelerle, sonra fikirlerle, en sonunda ise kurumlarla inşa ederiz. Bu köşede daima milletin ve devletin selameti için yazacağım. Çünkü biz, ailemizden devlete giden yolda doğruyu savunmayı ve hakkı söylemeyi şiar edinmişizdir.