Bir 10 Kasım'ı daha idrak ederken cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e artık zihnimizdekileri ve temennilerimizi yükleyerek değil yaşadığı dönemin realiteleri ve somut olayları içinden bakmayı öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hal böyle iken kendi dogmalarını Mustafa Kemal Paşa üstünden gündeme empoze etmek isteyen kimi çevreler de hiç eksik olmuyor. Gelin yabancı sermaye ve Avrupa Birliği gibi iki örnekten yola çıkarak Atatürk'ün yaşadığı devrin şartlarında bile yabancı sermaye karşısında peşin hükümlere sahip olmadığını ve AB konusunda nasıl bir tavır takınabileceğini tahminlere değil somut olaylara bakıp değerlendirelim. Gazi, yabancı sermayeye karşı mıydı? Yabancı sermaye 1980'lerde ortaya çıkmış bir olay değil. Nitekim daha Cumhuriyet kurulmadan önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihinde toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde yabancı sermaye konusu tartışıldı, yabancı sermayeye karşı olunmadığı vurgulandı. Atatürk Kongre'nin açılış konuşmasında yabancı sermayeye karşı olmadığını söylemekle kalmadı, bu düşüncesi "Misakı İktisadi" belgesinin 9. maddesinde yer aldı. Bu maddenin gereği Ocak 1924'te yabancıların mülk edinmelerini serbestleştiren bir yasa ile yerine getirilmiştir. Ayrıca aynı fikrin paralelinde 1927 Teşviki Sanayi Kanunu'ndan yabancı sermayenin de yararlanması düşünüldü. Evet, Atatürk'ün zamanında pek çok kuruluş millileştirildi. Ancak bunu yabancı sermayeye karşı bir tavır olarak değil devrin realitesinin bir parçası olarak yorumlamak gerekir. Nitekim Prof. İlhan Tekeli ve Selim İlkin'in, "Merkez Bankası" adlı kitabından öğrendiğimize göre Merkez Bankası'nın dış finansman ihtiyacının büyük bir bölümü ise, The American-Turkish Investment Corporation (ATIC) ile yapılan kibrit imtiyaz anlaşması neticesinde sağlanmış, buna karşılık da Amerikan şirketi, dünya kibrit piyasasının o dönemdeki en önemli firmalarından biri olan Swedish Match Company adlı İsveç şirketinin alt kuruluşuna Türkiye'deki kibrit, çakmak ve benzeri tutuşturucuların üretim, ithal, ihraç ve satış haklarını, 1 Temmuz 1930 tarihi itibariyle 25 yıl için verilmişti. Bu imtiyaz karşılığında ise Türkiye ihtiyaç duyduğu krediyi ve yılda 1 milyon 750 bin dolar kira alacaktı. AB hedefinin ilk işareti Atatürk'ün yaşadığı dönemde elbette Avrupa Birliği yoktu. Ancak hiç kimse Mustafa Kemal Paşa'nın uluslararası oluşumlara kapalı olduğunu söyleyemez. Atatürk döneminde CHP, 1927 ve 1933 yıllarında "Radikal ve Mümasili Fırkaların Beynelmilel İtilafı" toplantılarına gözlemci olarak katılıyordu. Bu örgütün 1933 yılında Sofya'da yaptığı toplantıda ele aldığı konular ise AB'nin bugünkü gündemi ile örtüşür: Sofya'daki toplantıda işsizlik, işçi ücretleri ve gümrük duvarları konuları ele alındı. Avrupa'da gümrük duvarlarının kaldırılmasıyla Avrupa Gümrük Birliği ve tek paralı uluslararası bir bankanın kurulması bu toplantıda önerildi. CHP'nin gözlemci olarak dahi olsa bu örgütün içinde yer alması Atatürk'ün ve kadrolarının hedefini açık bir şekilde göstermez mi? Bugün 10 Kasım... Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun gösterdiği hedefe bir kere daha bakmamız gereken bir gündeyiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin misyonu, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için ne gerekirse yapacaktır. Avrupa Birliği'nin, bu hedefin "olmazsa olmaz" bir parçası olduğu ise gün gibi aşikardır. Türkiye Avrupa Avrupa Birliği standartlarına ulaşacak ve kuruluş felsefesinde var olan "yurtta barış, dünyada barış" ilkesiyle uluslararası dengeleri gözeterek dünya siyasetindeki etkin ve saygın yerini bütün dünyaya kabul ettirecektir. Atatürk'e vefa borcumuz böylesi bir düzlemde hareket etmeyi gerektirir. Bize cumhuriyeti armağan eden Atatürk'e Allah'tan rahmet dilerim. Ruhu şad olsun.