1968 yılından bu yana Türkiye'nin gündeminde olan AB üyeliği ile ilgili son dönemece girdik artık. Müzakerelerin başlamasına 10-12 gün gibi çok kısa bir süre kaldı. 37 yıllık Avrupa maceramızda Türkiye'de çeşitli hükümetler görev başına geldi. Şimdiye kadar her hükümet kendi çapında birtakım çalışmalar yaptı. Ama şu bir gerçek ki bu konuda en büyük çabayı AK Parti iktidarı gösterdi. Son üç yıldır Ak Parti iktidarının gösterdiği performans hem yurt içinde hem de dünya ülkeleri arasında hayretle, şaşkınlıkla ve takdirle izlendi. Çünkü AK Parti iktidarından beklenmeyen böylesine önemli Türkiye'nin tarihi değiştirecek ve Türk milletinin geleceğine damgasını vuracak bu icraat AB karşıtı birçok çevreleri de çok ama çok derinden etkiledi. AK Parti'nin gerek ekonomik,gerek sosyal gerek kültürel alanda gerçekleştirdiği birçok referandumu burada anlatmaya gerek yok. Ama her şey çok güzel ve yolunda giderken son zamanlarda iktidarda bir durgunluk baş gösterdi. En azından böyle bir şey olmasa bile(!) belirli çevrelerde özellikle de kamuoyunda bu görüş ağırlık kazanmaya başladı. AB ülkeleri ve başta ABD gibi gelişmiş büyük ülkelerin taktirini toplayan iktidara birden bire ne oldu? AB karşıtlarının ekmeğine yağ süren bu durgunluk ve gevşemenin sebebi nedir? Cevabı aranan sorular Gazetemizin yayın politikası bellidir, Türkiye Gazetesi Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemektedir. Özellikle belirtmek isterim ki; ben de ateşli bir AB üyeliği savunucusuyum. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ama yukarıda kabaca ana hatlarına temas ettiğim bazı hususlarla ilgili görüşlerimi aktarmak istiyorum. Eleştirilerimiz altında sakın ha sakın bir art niyet aranmasın. Başmüzakereci atanmasında hükümet çok geç kaldı. Bir kaç ay önce baş müzakereci olan Devlet Bakanı Ali Babacan bu görevi ile birlikte adeta sessizliğe büründü. Ne tür çalışma yapıyor, nasıl hazırlanıyor, kimsenin bilgisi yok. Hâlâ AB Genel sekreterliği için bir atama yapılmadı. Müzakereler sırasında büyük görevler düşen bu kurumda sanki başı boşluk var. 40'a' yakın sektörde müzakere yapacağız. Türkiye'nin görüşlerini dikta edecek ve çatır çatır pazarlık yapacak uzmanlara ihtiyacımız var. Başmüzakereci Babacan'nın kendisi ile çalışacak uzmanları seçme ve atama konusunda zayıf kaldığı ileri sürülüyor. Hükümet müzakere masasına hangi sivil toplum kuruluşları ile oturacak? TÜSİAD, TOBB, İKV, DEİK gibi önemli sivil kuruluşlarının pozisyonu ne olacak? Sivil toplum örgütleri ve devlet kuruluşlarının yetkileri nasıl belirlenecek? Dışişleri Bakanı Gül ile Babacan nasıl ortak hareket edecekler? Diğer bakanlıklar ne yapacak? Gördüğünüz gibi birçok konuda ortada bir netlik yok. Bunlar iç politikada çözülmesi gereken problemlerden bazıları. Bu problemlerin büyük bir kısmını AK Parti iktidarı belki kendi içinde çözdü, gerekli tedbirlerini aldı ama kamuoyuna yansıtamadı. Dış politikaya gelince; Kıbrıs meselesi, Yunanistan ile ilişkiler, bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye'ye karşı takındığı olumsuz tutum, PKK terör örgütüne destek veren malum AB ülkeleri. Peki bunlarla ilgili ne tür girişimlerde bulunacağız, belli bir strateji belirlendi mi? Türk milletinin bazı hassasiyetleri konusunda Hükümetin tavrı ne olacak? Sıralanması gereken daha bir çok konu ve soru var. Fakat yerimiz yetersiz. Son ve önemli bir not; benim izlenimim Sayın Başbakan Erdoğan tek başına bu görevi üstlenmiş gibi. Yük onun sırtında Allah yardımcısı olsun.968 yılından bu yana Türkiye'nin gündeminde olan AB üyeliği ile ilgili son dönemece girdik artık. Müzakerelerin başlamasına 10-12 gün gibi çok kısa bir süre kaldı. 37 yıllık Avrupa maceramızda Türkiye'de çeşitli hükümetler görev başına geldi. Şimdiye kadar her hükümet kendi çapında birtakım çalışmalar yaptı. Ama şu bir gerçek ki bu konuda en büyük çabayı AK Parti iktidarı gösterdi. Son üç yıldır Ak Parti iktidarının gösterdiği performans hem yurt içinde hem de dünya ülkeleri arasında hayretle, şaşkınlıkla ve takdirle izlendi. Çünkü AK Parti iktidarından beklenmeyen böylesine önemli Türkiye'nin tarihi değiştirecek ve Türk milletinin geleceğine damgasını vuracak bu icraat AB karşıtı birçok çevreleri de çok ama çok derinden etkiledi. AK Parti'nin gerek ekonomik,gerek sosyal gerek kültürel alanda gerçekleştirdiği birçok referandumu burada anlatmaya gerek yok. Ama her şey çok güzel ve yolunda giderken son zamanlarda iktidarda bir durgunluk baş gösterdi. En azından böyle bir şey olmasa bile(!) belirli çevrelerde özellikle de kamuoyunda bu görüş ağırlık kazanmaya başladı. AB ülkeleri ve başta ABD gibi gelişmiş büyük ülkelerin taktirini toplayan iktidara birden bire ne oldu? AB karşıtlarının ekmeğine yağ süren bu durgunluk ve gevşemenin sebebi nedir? Cevabı aranan sorular Gazetemizin yayın politikası bellidir, Türkiye Gazetesi Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemektedir. Özellikle belirtmek isterim ki; ben de ateşli bir AB üyeliği savunucusuyum. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ama yukarıda kabaca ana hatlarına temas ettiğim bazı hususlarla ilgili görüşlerimi aktarmak istiyorum. Eleştirilerimiz altında sakın ha sakın bir art niyet aranmasın. Başmüzakereci atanmasında hükümet çok geç kaldı. Bir kaç ay önce baş müzakereci olan Devlet Bakanı Ali Babacan bu görevi ile birlikte adeta sessizliğe büründü. Ne tür çalışma yapıyor, nasıl hazırlanıyor, kimsenin bilgisi yok. Hâlâ AB Genel sekreterliği için bir atama yapılmadı. Müzakereler sırasında büyük görevler düşen bu kurumda sanki başı boşluk var. 40'a' yakın sektörde müzakere yapacağız. Türkiye'nin görüşlerini dikta edecek ve çatır çatır pazarlık yapacak uzmanlara ihtiyacımız var. Başmüzakereci Babacan'nın kendisi ile çalışacak uzmanları seçme ve atama konusunda zayıf kaldığı ileri sürülüyor. Hükümet müzakere masasına hangi sivil toplum kuruluşları ile oturacak? TÜSİAD, TOBB, İKV, DEİK gibi önemli sivil kuruluşlarının pozisyonu ne olacak? Sivil toplum örgütleri ve devlet kuruluşlarının yetkileri nasıl belirlenecek? Dışişleri Bakanı Gül ile Babacan nasıl ortak hareket edecekler? Diğer bakanlıklar ne yapacak? Gördüğünüz gibi birçok konuda ortada bir netlik yok. Bunlar iç politikada çözülmesi gereken problemlerden bazıları. Bu problemlerin büyük bir kısmını AK Parti iktidarı belki kendi içinde çözdü, gerekli tedbirlerini aldı ama kamuoyuna yansıtamadı. Dış politikaya gelince; Kıbrıs meselesi, Yunanistan ile ilişkiler, bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye'ye karşı takındığı olumsuz tutum, PKK terör örgütüne destek veren malum AB ülkeleri. Peki bunlarla ilgili ne tür girişimlerde bulunacağız, belli bir strateji belirlendi mi? Türk milletinin bazı hassasiyetleri konusunda Hükümetin tavrı ne olacak? Sıralanması gereken daha bir çok konu ve soru var. Fakat yerimiz yetersiz. Son ve önemli bir not; benim izlenimim Sayın Başbakan Erdoğan tek başına bu görevi üstlenmiş gibi. Yük onun sırtında Allah yardımcısı olsun.