2003 seçimlerinden beri Türkiye'de öyle gelişmeler yaşandı, çıta o kadar yükseğe çıktı ki, ne o günkü tabloyu şu an içinde bulunduğumuz şartlarla anlamaya ne de şimdiki durumu o günden kalmış ölçütlerle değerlendirmeye imkân kalmadı. Gerçekten de 2003 yılında AB ile ilişkilerimizin hangi konumda ve bugün hangi noktada olduğunu aynı ölçütlerle, aynı bakış açısıyla değerlendirmek mümkün gözükmüyor. O günlerde kimin aklına gelirdi ki "küresel bir oyuncu olmak isteyen AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı var" yorumu yapılabilir olsun. Aynı şey Kıbrıs sorunu için de aynıyla geçerli. Kıbrıs ile ilgili son diplomasi atağına yakından bir bakınca bunu daha net bir şekilde ifade edebilirim. Bakın, bugün itibariyle Türkiye'nin yanında olan ülke sayısında hatırı sayılır bir artış vardır. "Çözümsüzlüğün çözüm" olmadığından hareket eden ve kararlı, istikrarlı bir tutum benimseyen Türk dış politikasını gördükten sonra kimin çözümsüzlük taraftarı olduğunu her geçen gün daha çok ülke fark etmektedir. Daha düne kadar gerçekleşmesi imkansız gözüken KKTC'ye uygulanan izolasyonların kaldırılması talebi bugün, Rum Kesimi dâhil olmak üzere herkesin dile getirdiği bir teklif olmuştur. Nitekim AB zirvesinde, Rum Yönetimi'nin engellemeleri aşılmaya çalışılarak, daha önce varılan KKTC'ye tecridin hafifletilmesi uzlaşmasının 22 Ocak'taki dışişleri bakanları toplantısında ele alınması benimsenmiş olması yeni dönemin nasıl olacağına dair güçlü ip uçları barındırıyor. Türkiye'ye imtiyazlı ortaklık teklif edilmesi gerektiğini savunan ve yılbaşında dönem başkanlığını devralacak Almanya'nın Başbakanı Angela Merkel'in bile Rum lideri Tasos Papadopulos'la bir araya gelerek, Kıbrıs Türkleri için 2004'te çıkarılan Doğrudan Ticaret Tüzüğü'nü hayata geçirme konusunda kararlı olduğu mesajını vermesini başka nasıl yorumlayabiliriz ki? Birkaç sene önce muhatap bile kabul edilmeyen KKTC'nin geldiği noktayı sağduyu ile analiz eden her kişi önümüzdeki dönemin ufuklarının çok farklı olacağını da anlayacaktır. AB'de dengeler değişiyor 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler yaşanacak. Dolayısıyla içe döneceğimiz bu yılda Avrupa ve Kıbrıs süreçlerinin çok yavaş ilerleyeceğini düşünenler, 2003 öncesi Türkiye'nin alışkanlıklarıyla yorum yaptıklarını ve o zamandan beri köprünün altından çok suyun geçtiğini görecektir. Geçen dönemde az zamanda çok ve büyük işler başarılmıştır. 2007'de millet ile akdini tazeleyerek oluşan yeni meclisin Türkiye'nin önündeki meseleleri çok daha kolay çözeceğinden de eminim. AB ile yeni bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde öyle gelişmeler olacak ki bugün gördüğümüz tablo da o zamanın manzarasını yansıtmakta aciz kalacak. O zaman 2003'ün alışkanlıklarıyla konuşmak isteyenler ise iyice zaman dışı bir konumda kalacaklar. Şunu da unutmayalım. Yaşadığımız günlerde değişen sadece Türkiye değildir. AB de kendi içinde önemli dönüşümler yaşadı. Mesela 3-4 yıl önce AB içinde Almanya ve Fransa'nın oluşturduğu çelikten bir çekirdeğin ağırlığı hissedilirdi. Şu anda da söz konusu iki ülkenin gücü devam ediyor olsa da nispi bir denge değişimi olduğu da inkâr edilemez. İngiltere'nin başını çektiği Baltık ülkelerinin, İspanya'nın, İtalya'nın desteklediği bir dizi ülkenin ortak tavır almaya başlaması merkezi Avrupa'nın AB içindeki ağırlığını fark edilebilir derecede değiştirmiştir. Zamanın dışında kalmak istemeyenleri ise takip etmesi çok güç, çok yoğun bir gündem bekliyor 2007 yılında. Bu hıza hepimizin alışması lazım.