Türkiye'nin AB müzakere süreciyle ilgili çabalarında aslında bir duraksama olmamış. AB Bakanı Egemen Bağış, "Rumların dönem başkanlığında bile AB ile ilgili yaptığımız işlerin rapora dökümü 254 sayfa tuttu. 2 bin mevzuatı gözden geçirdik" diyor. Peki, son günlerde ne oldu da Başbakan Erdoğan, AB'yi topa tutuyor, sert eleştiriler yöneltiyor? Aslında bu çok plansız programsız bir durum değil. Belli ki, bu eleştiriler bir stratejinin, bir sürecin parçası. Sayın Erdoğan eleştirilerinde 'yerden göğe kadar' haklı olduğu için muhatapların bu eleştirilere verecek makul bir cevapları yok. Onlar da Türkiye'ye, müzakere sürecinde; haksız, anlamsız ve çifte standart olarak yorumlanacak birçok engel çıkarttıklarının farkındalar. Bakan Bağış, Başbakanın AB'ye yönelik sert eleştirilerinin süreç için uyandırıcı etkisi olduğuna işaret ediyor. Türk Hükümeti, AB ülkeleri ve komisyon nezdinde süreci hareketlendirmek ve yerinden oynatmak için bir strateji planlamış durumda. Başbakanın verdiği mesajlar, AB Büyükelçileriyle yenen yemekler, Davutoğlu'nun Fransa gezisi, Egemen Bey'in önce dönem başkanı İrlanda, şimdi AB'nin ağır topları olan İngiltere ve önümüzdeki günlerde Fransa'ya yapacağı ziyaretler ve Merkel'in Türkiye ziyareti, belki daha sonrasında Sayın Başbakanın muhtemel Belçika ziyareti; bu stratejinin parçası olan adımlar. Nitekim dün biz bu maksatla, Bakan Bağış'la birlikte son günlerde AB'nin karar mekanizmalarında ağırlığı artan İngiltere'deydik. Ziyaretimiz Türkiye'nin AB üyeliğine İngiltere'nin 'zaten var olan' desteğini artırmaya yönelikti. Bizim Londra'da olduğumuz saatlerde Dışişleri Bakanı Davutoğlu da Paris'te mevkidaşı ile yeni Fransız yönetiminin üyeliğimize destek vermesi için görüşmeler yapıyordu. Sarkozy gibi çapsız ve vizyonsuz bir liderin döneminde Fransa'nın, Türkiye'nin üyelik müzakerelerine 5 başlıkla koyduğu anlamsız blokajın yeni lider Hollande döneminde kaldırılması için çaba sarf ediyoruz. Seçildiği günden bu yana Hollande, Türkiye'nin AB üyeliğine Sarkozy gibi bakmadığının sinyallerini vermişti. Nitekim biz Londra'da iken Fransa'nın blokaj uyguladığı beş başlıktan biriyle ilgili engellemeyi kaldırdığı haberini Davutoğlu'nun açıklamalarından öğrendik. Peş peşe 5 dönem başkanlığında hiçbir müzakere başlığı açamayan Türkiye; Fransa'nın bu tutumundan sonra İrlanda'nın dönem başkanlığında en az bir başlığı, yani "Bölgesel Politikalar" başlığını açmış olacak. Türkiye'nin AB süreci hareketlenmeye, yerinden oynamaya başladı bile. Doğrudur fazla naz aşık usandırır. Ama bizim bu süreçten vazgeçmememiz lazım. Kabul edelim ki, son 10 yılda Türkiye'nin her alanda katettiği müthiş ilerlemelere AB çıpasının çok pozitif katkıları olmuştur. Fransa, Almanya gibi AB devlerinin Kıbrıs'ı bahane ederek Türkiye'nin üyeliğini engellemeye çalışmaları tabii ki can sıkıcı. Ama Avrupa'da her geçen gün şartlar bizim lehimimize gelişiyor, değişiyor. Şu anda AB ülkelerinde muhtemelen 5 milyonu vatandaşımız 30 milyon Müslüman yaşıyor. AB ülkeleri İslamofobi hastalığından gerçek anlamda kurtulduklarında bizim işimiz kolaylaşacak. AB Bakanı Egemen Bağış bu süreçten kopmamamızın önemine işaret ederek, "Sürecin sonunda bizim otoyollarımız Almanya standartlarına, gıda sektörümüz Fransa standartlarına, moda kültürümüz İtalya standartlarına, eğitim kalitemiz İngiltere standartlarına ve nihayet sosyal güvenlik sistemimiz İsveç standartlarına ulaşsın, o zaman AB'ye girmezsek de olur" diyor. Çok şükür Türkiye olarak birçok alanda AB standartlarını yakaladık ama daha kat etmemiz gereken bir mesafe var. Bıkmaya, usanmaya gerek yok. Türkiye AB'nin haksız vize uygulamaları ile Kıbrıs'taki çifte standardın bitmesi, terörle mücadelede işbirliğinin sağlanması, müzakere başlıklarına uygulanan blokaja son verilmesi ve aday ülke liderlerinin de Zirvelere davet edilmesi için çabalarını artırarak sürdürecektir. 2013'de Türkiye'nin AB müzakere sürecinde hissedilir ilerlemeler olacak gibi görülüyor. Hele hele Türkiye İmralı sürecini başarıyla tamamlayıp yeni demokratik sivil bir anayasa yapabilirse bu süreç daha da hızlanacaktır.